Tenha iklimimden çıkıp kalabalığa karıştım... Ben yokken de hayat bütün gürültüsüyle yaşanıp gidiyormuş meğer: Her sabah saat 7.25’i geçirenler trafikte yine deliriyor, yağmur yağıp rüzgar esiyor, rüzgarın etkisiyle tuhaf nesneler havada uçuşuyormuş... Bu aynılığın fark edilişi, yüzümde beklenmedik bir tebessüm bıraksa da tüm bu tekrar edişlerin hepimizin yaratıcılığını öldürdüğünü düşününce tebessümüm de söndü: Radyoda yine aynı şarkılar, aynı sunucu kadın ve adam, aynı reklamlar; yine hepsinden sıkılışım, kendi albümlerimi dinleme girişimlerim; Sarah Brightman ve Karrin Allyson arası gidip gelmelerim ve ikincisinde karar kılışım. Müzikte yeniliğe açık olmama rağmen neden yenileri sadece “denemek için” dinleyip yine kendi takıntılar listemle yetinirim?
Oysa uzun sayılabilecek bir zaman sürecinde kalabalıktan arınmış dünyamda ne kadar da değiştim, diye düşünmüştüm. Kendime ve yaşama ilişkin bir dolu keşif yapmış; günü geldiğinde tüm bu keşifleri uygulamaya geçirmeyi hayal etmiştim. Ne çare ki dış dünyaya daha ilk adımı attığımda “dışarısı” beni içine çekmiş ve beni kendi alışkanlıklarımla yeniden buluşturmuştu. “İçeri”de özgür “dışarı” da tutsak ben, günün ilerleyen saatlerinde neşeli insanlar, öfkeli insanlar, meraklı insanlar, sıkılan insanlar vd. gördüm ve tümünün bana teğet geçişlerini izledim. Aralarında arkadaşlarım, arkadaş gibi olduklarım, arkadaşlık kuramadıklarım, arkadaşlık kurma yolunda hızla ilerlerken son anda vazgeçtiklerim… vardı. Hepsi teğet geçiyorlardı aynı oranda bir mesafeden. İşte buydu anladığım: Gürültülü ve bir dolu rutinin hızla sıralandığı hayatın içinde kimse kimseye değemeden geçiriyordu günlerini. Ben de onlardandım; asla ayrı bir yolda değil!
Bir köşeye oturup Niteliksiz Adam’ı okumaya başladım. Kendimi evde hissettim. Tehha iklimimde. Coetzee’nin bir romanında Afrikalıların neden okumadıkları anlatılıyordu. Yalnızlıktan hoşlanmadıkları için okumuyorlarmış. Birinin yanında kitap okumak; “ kitap senden daha ilginç,”demekmiş. Bu yargıları işitmek için Afrika’ya kadar gitmemiz gerekmediğini biliyordum aslında! Neyse, konu o değildi! Yalnız olduğumuz için değil yalnızlığı sevdiğimiz için okuyor bazılarımız, ben de onlardanım galiba. Ne kadar “Teğet geçiyoruz,”desem de oldukça içten dostlukların doldurduğu bir hayatın ve dolayısıyla iç içe geçmiş hayatların rehavetli huzurunu istemezdim. Bunu elde etmiş olduğum bir zaman gelirse de bir köşede oturup tenha iklimimde kalmayı özlerdim. Daha keskin olan bir şeyi de düşündüm: Çoğumuz tenhalığımızı bir gün gerçek bir yalnızlıkta öğreniyor ve seviyoruz, bunun tadına varanlarımız kalabalıktan bunalıyoruz. Alışkanlıklar meselesine gelince! Bu ayrı bir yazı konusu olmalı…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI
Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...

-
İçinde bulunduğumuz bunaltıcı ülke gündeminden uzaklaşmak niyetiyle ve başka gözlerle dünyaya bakma umuduyla kendimi deneme okumaya ver...
-
HOOGSTRATEN, Samuel van View of a Corridor c. 1670 Oil on canvas, 103 x 70 cm Musée du Louvre, Paris Ağaç kovukları, mağaralar ...
Geçen gün bir diyaloğa rasgeldim.Adam aşık olduğu kadına (Çok gezmiş bir adamdı.) gördüğü muhteşem manzaraları çok hoş bir şekilde betimliyordu.Sonra kadın üzgün bir sesle "Keşke o anlarda seninle olsaydım." dedi.
YanıtlaSilAdam bir an için duraksadı ve hasta yatmakta olan kadına bakıp "Öyleydin." dedi.
Sizce bu adam yalnızmıydı?