Feridun Büyükyıldız Başka Kent Ankara adıyla yayımladığı kitabının önsözünde "her zaman İstanbul ile kıyaslanma haksızlığına uğrayan Ankara"nın köklü olmanın yanı sıra çok renkli bir geçmişi olduğundan söz ediyor. Adından da anlaşılacağı gibi kitap Ankara'yı resmi tarihte değinilen özellikleriyle ele almıyor. Örnekse siz 1925'te şehremini Asaf Bey'in Avrupa'dan siparişle getirttiği yaklaşık altı metre yüksekliğindeki su perili fıskiyeli gezgin havuzu tanıyor musunuz?
Bu havuzun zaman içinde semt semt yer değiştirdiğini, en son Tandoğan metro durağındaki yerinden sökülerek (Şimdi o alımlı su perili havuzun yerinde bir çaydanlık var!) Büyükşehir Belediyesinin tozlu depolarına kaldırıldığını biliyor musunuz? Rengarenk anıların; kent halkını derinden sarsan tuhaf olayların; cumhuriyetin ilk yıllarındaki sokakların, bu sokaklarda gezen insanların giyim kuşamlarının; kapanan otellerin, lokantaların, meyhanelerin hatırlatıldığı bu sevimli kitap Ankaralılara, Ankara'yla gönül bağı olan herkese bir şeyler veriyor. Agatha Cristie'nin peşine düştüğü Ankara cinayeti, 1963'te Ulus'a düşen uçaklar ve daha neler neler anlatılıyor Başka Kent Ankara'da.
Ülkemizde kent incelemeleri, kent arşivleri üzerine yayımlanan kitap sayısı tatmin edici ölçüde değil. Bir zamanlar ilkokullarda her öğrenci kendi yaşadığı kentle hatta ilçeyle ilgili ortak bir kitap okuyordu. Şimdiki eğitim sisteminde böyle bir uygulamanın olmadığını biliyorum. Yeni eğitim anlayışı gereği ödevlerle öğrenciler yaşadıkları çevre ile ilgili araştıırmalar yapıyorlar; ama başlı başına yaşadığımız kentten söz eden bir kitapla küçük yaşta bağ kurmak yaşadığımız kente ilişkin başka türlü bir özeni çağrıştırıyor doğrusu.
Feridun Büyükyıldız'ın kitabında Ankara'nın geçmişindeki ışıltılar, zenginlikler, içtenlikler anlatılıyor. İnsan, bugün göremediği tüm o zarafeti özlüyor, istiyor, şimdinin hoyratlığına inciniyor. Öğrenci kenti, memur kenti, bürokrasi kenti, göç kenti,cumhuriyet kenti... Hepsinden önemlisi Ankara, Türkiye'nin başkenti... Bunca önemli, renkli kimliği olan Ankara'ya daha özenli olunamaz mıydı? Cumhuriyetten bu yana her yıl biraz daha emek verilerek Ankara bugün Türkiye'nin en çağdaş, en düzenli, sanatsal bakımdan insanlara en çok şans tanıyan kenti olamaz mıydı? Bir sanatsever olarak Ankara'yı bırakıp gidenlere gücenmek olanaksız. Bir kente duyulan vefa bir tarafta dursun düşlerimizi gerçekleştirmek uğruna kendimizi daha iyi ifade edebileceğimiz yerlere doğru yola koyulmak hepimizin hakkı... Peki ama bu kente her küsen, bu kentte her nefesi daralan bırakıp giderse bir zamanlar İlhan Berk'in, Cemal Süreya'nın, Ahmet Muhip Dıranas'ın yürüdüğü Ulus'ta, Kızılay'da kim yürüyecek? İyi ki Ankara'ya sımsıkı bağlı sanatçılar, sanatseverler var diyelim öyleyse!
Bugün Ankara hala kültür-edebiyat dergilerinin nefes alıp verdiği, edebiyat toplantılarının yapıldığı bir kent. Hala işlek bir makine gibi yazı yazanların kenti Ankara.
Ankara'da ne deniz ne dağ ne orman var kent panoramasına yayılmış. Çoğunluğun düşüncesine göre biz Ankara'da yaşayanlar kabuğumuza çekilip düş kuruyoruz. Arada bir kabuğumuzdan çıkıp kabuklarından çıkıp gelen dostlarımızla buluşup ortak düşlerimizi konuşuyoruz. Tek eğlencemiz dostlarımızla büyüttüğümüz sohbetler. Birbirimizi göremediğimizde ama bizler için Ankara yalnızlıkların kenti. Nedeni çok açık: Canımız sıkıldığında her köşe başında bizi karşılayan sanat merkezleri yok. Dünyanın kimbilir neresinden gelmiş bir gösteriyi izleyip dünyanın hala çok güzel ve çok ilginç olduğunu düşünemiyoruz. Burnumuzun dibinde iktidarlar, muhalefetller, kavgalar, sürtüşmeler var; burnumuzun dibinde yıldızlı konser afişleri, allı pullu sergi ilanları yok. Ya da üstümüze inen kara butlutlardan kaçabileceğimiz, kısa bir süre için de olsa aydınlık günlerin çok yakın olduğuna bizi inandıracak açık mavi bir sahil yolu, bir kordon boyu yok. Burada içimize düşen karanfili alıp bir başkasına veririz daha güzel. Bir sokaktan ötekine geçince bir iklimden öteki iklime geçtik sayarız kendimizi. Eve dönüş yolunda akşam alacasıyla harman oluruz, evden çıkınca yolda karşımıza çıkacak akasya ağacının kokusunu bekleriz. Apartmanların arasından görünen güneşe doğru uçan kuşlara göz kırparız.
Ankara okur yazar takımını hala kollar gözetir sonra... Karanfil'e, Olgunlar'a, Yüksel'e indiğinizde aradığınız her kitabı bulacabilecekmişsiniz sanıyorsunuz. En sevdiğiniz kitapçılarla ahbaplık edebiliyor; Sakarya'da, akşamüstü bir kaldırım kenarına ilişip bir şiir kitabına gömülen gencecik bir insana rast gelebiliyorsunuz. Tüm bu ayrıcalıklı halleri başka hiçbir kentte bulamam sanıyorsunuz. Ne sahil kasabası ne dağ başı ne kordon boyu ne boğaza sığınabilirim diyorsunuz. Bu kabuğu, bu kışları sert yazları yangın yeri kenti bırakıp gidemiyorsunuz. Yalnızlıklarınıza, renksiz günlerinize aldırmayıp bu kitap kokan, size dost kazandırmada çokça cömert davranmış bu kente günden güne bağlanıyorsunuz. Bazen aklınızdan çok uzaklara gitmek fikri geçse de içinizde kim bilir daha kaç sene konuşacak biri " Gitmek için henüz erken," diyor. Mutfağa gidip bir çay demliyorsunuz. Hafta sonu dışarıda yapacak hiçbir işinizin olmadığını düşünüp kalın bir romana başlıyorsunuz. Telefon çalıyor. Açıyorsunuz. Dostunuz pazar sabahı sizi kahvaltıya çağırıyor. Yüzünüzde bir gülümseme doğuyor. Kalın romanınız yine uzun gecelerde bitecek gibi görünüyor. Ankara bunlar işte bazılarımız için: Kitaplar ve dostlar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI
Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...

-
İçinde bulunduğumuz bunaltıcı ülke gündeminden uzaklaşmak niyetiyle ve başka gözlerle dünyaya bakma umuduyla kendimi deneme okumaya ver...
-
ah bellek, acı bellek! hem arısın sen hem kim bilir hangi gülden kalma diken? Hilmi Yavuz Roman türünün bütün gereklerini kusursuz biçi...
Yazınızı çok zevk alarak simit ve çaydan oluşan kahvaltımı ederken okudum. Gerçekten kitap tadında bir yazıydı. Teşekkürler :)
YanıtlaSilAnkara için yorum yapamam. 15 dakika gördüğüm bir kente hakkında yorum yazmak yersiz bir davranış olur. Sadece şunu sormak istiyorum; Ankara'nın girişinde de Şehir Merkezi (CENTRUM) yazılı bir tabela var mı ?
Biraz hasta gibiyim hocam. Eve Ankara'nın soğuna lanet ederek geldim. Burnum çok üşümüştü. Elimde ıhlamur, yazınızı okudum. Soğuğu kötüde olsa bu şehri seviyorum =)
YanıtlaSilTuğba, kitabım hakkında yazdıkların için çok teşekkürler. Ankara hakkındaki keyifli yorumların ise ayrı bir güzellik.
YanıtlaSilAnkara'nın, hatta Türkiye'nin yazın hayatında Tuğba Çelik Özer'in önemli bir yer tutacağından eminim. Eleştirmen, edebiyatçı, öykücü belkide iyi romancı Tuğba, adından uzun yıllar söz ettireceğe benziyor. Tuğba, tekrar selam ve sevgiler.