
Socrates’in öğrencisi Antishenes (M.Ö.444-368), mutluluğun her
türlü bağdan kurtulmuş içsel bir özgürlükle gerçekleştiğini söylüyor. O halde mutluluk
için istenilecek tek şey erdem, mutsuz olmamak için kaçınılacak tek şey ise erdemsizliktir. Çünkü erdem, dünya için
sorumluluk almayı öncelerken öte yandan dünyadaki yaşama sevincini
yitirmemeyi gerektirir.
Antishenes tıpkı hocası Socrates gibi ancak bilgiyle elde
edilebilen erdemin mutluluğun kaynağı olduğunu söylüyor. Bilgisizler,
erdemsizler mutlu olamıyor öyleyse.
Socrates’in başka bir ünlü öğrencisi olan Aritippos, her
davranışımızın nedeninin mutlu olmak istemek olduğunu söylüyor. Yaşama amacımız
hazdır. Bizim haz dediğimize Yunanlılar
hedone, diyor, hedonizm de hazcılık demek. Haz almakla, hazzın kölesi olmak
arasında fark var. Bunun için yaşamaktan alabildiğine haz almak, ancak ölçüyü
kaçırmamak gerekir, diyebiliriz. Akıl
insanın sonsuz isteklerine karşı koymalıdır. Haz almadan yaşamak olanaksızdır;
hazların ya da yaşamanın kölesi olmak ise ruhumuzu tutsak eder. Bazen acılara katlanabilmek bazen ölümü
göze almak gerekir başka insanların mutluluğu ya da dünyanın mutluluğu için.
Bunları yapmak da haz verir; çünkü
erdemlicedir. Akılla olgunlaştırdığımız haz, bizi neşeli olmaya, iyimser olmaya
ve yaşamdaki güçlüklere karşı dayanıklı olmaya götürür.
M.Ö. 3. Yüzyılda Epiküros tarafından felsefe okuluna dönüştürülmüş
olan hazcılık bedensel hazla karıştırılır. Hazcılıkta esas erdemle
biçimlenen neşelilik, üretkenlik ve
iyimserliktir. İnsan bu üçünü elde ederse mutlu olur.
Freud, süper ego kavramıyla hazlarla aklı nasıl
uzlaştırdığımızı açıklar. İnsan yaşı ilerledikçe kendi dizginlemeyi, böylece
olgunlaşmayı başarır.
Öte yandan haz, dilimizde olumsuz anlamlar kazanmıştır. Oysa
haz, yaşamın tadı tuzudur. Elma yerken, bir ağacın altında uzanırken,
sevdiğimiz insanlarla sevdiğimiz
kitaplar üzerine konuşurken haz duyarız, mutlu oluruz. Kötü bir yemek
yediğimizde, kirli havaya maruz kaldığımızda, borçlarımızı ödeyemediğimizde
yaşamın bütün hazzını yitiririz. Fakat bütün bunlar yaşamda olur; yani haz
aldığımız ve almadığımız anları birlikte yaşarız. Önemli olan haz almadığımız
durumların ardından haz alabilir konuma geçip geçemediğimizdir. Yani iyimserliğimizi
koruyabilme gücülümüzü ne ölçüde sürdürebildiğimiz önemlidir. Yoksa hepimiz
depresyona giriyoruz, toplumsal olaylar hepimizin içini acıtabiliyor, isyan
ediyoruz, üstelik çok az şeyi değiştirebiliyoruz.
Erdem, haz almakta
ölçülü olmaktır. Gerçek haz sürekli olandır. Sürekli olan hazza bilgelikle
varılabilir. Bilgenin hazzı kendinden hoşnut olmakla başlar.
BİLGİ -
ERDEM= HAZ X ÖLÇÜ
Hegesias,
hazcılığı kötümserliğe vardırır. Ona göre mutluluk kuruntudur. Acı, dünyada hazdan
çoktur çünkü. Saf mutluluk yoktur, her mutluluğa acı karışmıştır. Öyleyse haz,
erişemeyeceğimiz bir erektir. Yaşamın anlamını bulanlar, hazza ulaşanlar ancak bilgelerdir.
Çünkü onlar erdemi erdem için isterler, erdeme başka bir yoldan ulaşmak
istemezler. Erdem yaşamakla elde edilir; öyleyse yaşamanın içinde bir erdem
vardır.
SİZİN İÇİN
Sizin için, insan kardeşlerim,
Her şey sizin için;
Gece de sizin için, gündüz de;
(...)
Alınlardan akan ter,
Cephelerde harcanan kurşun;
Sizin için mezarlar, mezar taşları,
Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;
Sizin için;
Her şey sizin için.”
Orhan
Veli’nin şiirlerinde bu nasıl mümkün oluyor? Yani biz onun şiirlerini
okuduğumuzda niçin mutlu oluyoruz? Çünkü o dünyadaki olumsuz durumlar ya da
olaylara karşı bizim bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor.
ROBENSON
Haminnemdir en
sevgilisi
Çocukluk arkadaşlarımın
Zavallı Robenson’u ıssız adadan
Kurtarmak için çareler düşündüğümüz
Ve birlikte ağladığımız günden beri
Biçare Güliver’in
Devler memleketinde
Çektiklerine.
Bir anneanne ya da babaanneyle aynı acıya üzülme, acılara
sonuçsuz çareler bulmaya çalışmanın anlatıldığı bu şiir, artık olmayan bir
anneanne ya da babaannenin yokluğuyla başa çıkma durumudur. Kaybettiklerimiz
güzel hatırlamayı öğreniriz bu şiirle.
Ölüm, insanın karşılaşmak istemediği sonudur. Orhan Veli,
onu görmezden gelmez; yine gülümseyerek ve normalleştirerek anlatır. Önemli
olanın ölüm değil, nasıl insanlar olarak öldüğümüzle ilgilenir. Bakını Süleyman
Efendi’ye
KİTABE-i SENG-İ MEZAR
II
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için,
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar Haklarını helal ederler
elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin...
Orhan Veli için,
ölenin arkasında bıraktıkları hüzünlüdür ama kederli değilidir; ölüm
yaşamın parçasıdır; hiç ölmeyecek gibi hırslarla yaşamak doğru değidir; yaşamı
kaçırmamak gerekir, güzelliklerle yaşamak gerekir.
Yoksul bir adamdır Süleyman Efendi. Matarası, tüfeği,
torbası bile aslında çok değerlidir ve yaşamak için bunlar ona yetmiştir,
gerisi teferruattır. Bu dünyadan
ayrılmak hepimiz için kötüdür; biz burayı severiz çünkü, bırakıp gitmek
isemeyiz. Para pul, şan şöhret bir yere kadardır, önemli olan dostlarla,
aşklarla dolu güzel bir yaşam sürmektir. Varlıklı insanlarla, şöhret delileriyle, zalimlerle yarışmak
derdiniz değilse bu dediklerim sizin için de anlamlıdır. Sizin varlıklı olmak,
güç sahibi olmak gibi düşleriniz varsa zaten aynı yerde değilizdir. Orhan
Veli’nin duruşu, bir tasavvuf ehlinin dervişaneliğinden pek farklı değildir. Derviş Tanrı için vazgeçer
güçten, paradan; Orhan Veli gibi modern dervişler ise insanlığın erdeminden,
akılla sınırlandırılmış hazzın
erdeminden dolayı elinin tersiyle iter kötülüğü.
ÖLÜME YAKIN
“Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayri?
Ölünce kirlerimizden
temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz”
Orhan Veli, edilgin yaşamayı öğretmez. Savaşı, haksızlıkları
görmezden gelmez kuşkusuz. Fakat zalimin
ettiğinden sakınamayan insana şefkatle bakmaktan da kendi alıkoymaz:
HARBE GİDEN
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
İyi bir şair savaşı övmez. Şair insanlığı sever, onun
yıkımı, ölümü övmeye dili varmaz. Orhan Veli, savaşın hangi savaş olduğuyla
ilgilenmez, cephlerde canından olacak, canı yanacak güzel çocukların endişesini
taşır...
Tepkisizliği, adaletsizliği görmezden gelmez. Yoksulun
halinden anlamayana, milletin derdine derman olmayan, narsizme tepki gösterir.
Bu insanlarla alay eder:
CIMBIZLI ŞİİR
Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
Orhan Veli, yaşamdan haz almayı öğütler. Düşünmek her zaman
iyi değildir; çokluk duymak, duyumsamak
önemlidir. Hayat güzeldir. Hayatın güzelliğine dönük heyecanımızı
yitirmemeliyiz hiç ama hiç:
NE KADAR GÜZEL
Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
Aşk belasına düşmek de Orhan Veli şiirlerinde bir trajedi
değildir. Öyle güzel anlatır ki kederi:
SEVDAYA MI TUTULDUM?
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz,sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?
İnsanın yaşamın güzelliği karşısında egosundan
vazgeçebileceğini söyler: Evkaftaki memuriyetinden istifaya da, eve ekmekle tuz
götürmeye de, tütüne başlamaya, şiir yazmaya başlamaya da “güzel havalar” neden
olur. Güzel havalar her derde devadır. Yaşamdan beklentisi yalnızca sevilmektir:
Istanbul’da,
Boğaziçinde,
Bir fakir Orhan
Veli’yim;
Veli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler
içinde
Bizim yaşamdan tek beklentimiz sevgiyken; çok kişinin öyle
değildir. Pek çok insan başımıza imparator kesilmeye, emir verip demir kesmeye
niyetlidir. Orhan Veli, kötünün kaybedecek bir şeyi olmadığından kötü olduğunu
bilir. İyinin gücü, kırıp dökmeden olabilirse olur. Kötünün gücü ise kırıp dökmeyle
olur ve kolayca olur. Orhan Veli, kötülere sitem eder ve asla onlardan olmak
istemez. İşte erdem de buradan gelir:
GİDERAYAK
Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icadettik,
Avunamadık;
Yoksa biz bu dünyadan değil miydik?
Dünya gözünüze kötü görünüyorsa, iyiliğin, kötülük yanında cılız
kaldığını düşünüyorsanız; parada pulda gözünüz yok diye suçluluk duyorsanız;
siz de bu dünyadan olmadığınızdan kuşkulanıyorsanız; Orhan Veli’nin ülkesine
sığının. O hepimizi, neşe erdeminden
ördüğü dünyasında bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.