31 Ocak 2010 Pazar

Tanpınar'ı yıllar sonra dinlerken...


Üniversite yıllarında hocalarımızdan en sık duyduğumuz değerlendirmelerden biri Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çağdaş Türk edebiyatının ruhu olduğudur. Edebiyatı büyük bir aşkla sevdiğini ve bütün öğrenmelerini ona çevirdiğini öğrenmiştik. Resmi, müziği, tarihi, sosyolojiyi, doğabilimlerini, her şeyi...Üniversite yılları bitip de kendi okumalarımı özgürce yapabilme şansını elde ettiğimde bambaşka adlarla tanışacağımı, kim bilir daha ne kadar "deli" ne kadar "çalışkan" ne kadar "derin" ve ne kadar "mütevazı" yazar tanıyabileceğimi düşlemiştim. Türk edebiyatının ve Dünya edebiyatının elbette onun kadar değerli bir çok yazarını kendi iz sürmelerimle bulup tanıdım ve sevdim. FakatTanpınar'ın, o insanı hiç rahatsız etmeyen "her şeyi bilen ve duyan adam" halini hiçbir yazar veya şairde bulamadım. Bu son derece kişiye özgü kararımın hiç değişmeyeceğini de dün anladım.
Mustafa Şerif Onaran ve Rüştü Asyalı'nın hazırlayıp sunduğu Milli Kütüphane binasında yapılan "Şiir Günleri" ne olabildiğince katılırım. Asla çok fazla kalabalık olmayan, "şiir sevmeyen insanlar"ın çoğu kez arka sıraların ıssız bıraktığı bir salonda "Doğumunun 109. Yılında Ahmet Hamdi Tanpınar"ı dinlemeye gittim.  Şiir konuşan insanların daima ilgili,özenli ve saygılı tutumuyla bir saat Tanpınar konuşuldu. Konuklar arasında onu tanıyanlar da vardı. Onu tanıma şansına erişenler, onunla ilgili anılarını anlattılar. Beni sarsan, tam da bu anılardı. Hiçbir kitabın kolay kolay izini sürüp yazamayacağı sahicilikteki anılar. Neler mi gizliydi bu anılarda? Roman ve şiirlerindeki düzen duygusunun onun yaşamında hiç olamayışı; kendisinden övgüyle söz edenlere gösterdiği tevazu, çalışmak ve okumaktan yaşamla bağını pamuk ipliğine bağlayışı; dünyayla sanki ilgisiz sandığınız bu adamın zamana, ölüme ve yaşamın güzelliğine ilişkin hayret verici derinlikteki kanıları...
Bir şey daha: Yazarlık ya da şairlik, statüye dönüşmüyor Tanpınar gibilerde. Yüzyüze tanışamadığımız bu sivri adamların kitaplarını okuyunca biz onları zamanının en ulaşımaz adamları sanıyoruz. Oysa Dostoyevski, Kafka, Sartre gibi Tanpınar da aslında ulaşılmaz bir statü uğruna yazı yazmış değil. Yazmaktan başka çareleri olmadığı için yazdılar onlar, bir tür var oluştu yazma halleri. Ve var oluşlarını öylesine ciddiye alıyorlardı ki tek satırlık sözlerine bile özensizliği koymadılar.
Herkes yazıyor herkes yazarım şairim diye geziyor, diye sesleniyordu bir köşe yazarı! İtirazım yok bu duruma! Çağ iletişim çağı; yazı da en güzel iletişim yolu. Ama iyi kitaplar okunmadan iyi kitaplar yazılamayacağı unutullmamalı... Tanpınar'ın bu şiir gününde bana uzanan bir anısını aktarark yazımı bitiriyorum:
Tanpınar'ı çok seven bir üniversite öğrencisi, Tanpınar'la tanışır; onu evinde ziyarete gelir. Genç adam, Aile dergisinde yayımlandığı günden beri defalarca okuduğu ve etkisinden kurtulamadığı ve epeyce uzun (100 dize) bir şiir olan "Eşik" şiirini, Tanpınar'a ezberden okumaya başlar. Şair, yazar ve üniversite hocası Ahmet Hamdi, hayretle öğrenciyi dinler. Şiirin okunması bittiğinde genç öğrenciye şöyle söyler:
"Beni bırak. Bırak beni. Git Rilke'yi oku."
Not:Ahmet Hamdi Tanpınar, kendi şiirini Fransız şiirinden özellikle Rilke'den etkilenerek oluşturduğunu yazılarında ve mektuplarında da sık sık söyler.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...