2 Mart 2010 Salı

Yağmur Hüzne Mahkum mudur?


Belki yıllardır bunca yağmurlu geceyi birbirinin ardı sıra yaşamamıştık. Niçin bir yağış hali insanı hüzne boğar; kalkıp gitme değil de biraz oturma, anın ve dolayısıyla yaşamın anlamını bulma girişimi armağan eder?
Yağmur, bundan beş yüz yıl önce de hüznü çağrıştırır mıydı bilemiyorum. Gilles Deleuze, Proust’u anlatırken ‘varlıklara ilk baktığımızdaki nesnelliğimizin o varlığı her gördüğümüzde biraz daha azaldığını’ söylüyor. Ona göre, tanıdığımız bir ‘şey’i ilk gördüğümüz anın beraberinde rastlantısal olarak duyumsadığımız heyecan, keder, açlık, gürültü vd. o şeyi ikinci kez gördüğümüz ana da aynen taşınıyor.
İlk kez yağmurla tanışan insanoğlu neler neler düşünmüştür mesela! Yağmur ikinci üçüncü, yüzüncü kez göründüğünde ise ilk algılama biçimine eklenen deneyim ve duygularla  katman katman derinleşmiştir. Deleuze’un desteklediği bu teoriye göre (Chomsky, Saussure ve tüm diğer dilbilimcileri bu yazıya almayacağım işte! Bugün Deleuze’ü tek dayanak olarak kabul ediyorum) bizim bir 'şey'i algılama biçimimiz o şeyin gerçeklik sınırını belirliyor. Yani şeyler anlamlarıyla varlar ve dolayısıyla şeylerin gerçekliğini bizler var ediyoruz. Velhasıl herkesin gerçeği kendine! Fakat bazı kavram veya nesnelerin gerçekliğinin fazlasıyla genelleştiğini düşünüyorum. Yağmur gibi, kalem gibi, güneş gibi bazı "şey"ler metaforlaşıyor...
İlk kez yağmuru kim“hüzün” göndergesiyle işlemiştir hikayesinde, şiirinde? Bizi yağmur izlerken hüzne boğmaya iten ilk suçlu kimdir? Pek çok yazın ustasının anlatısından sebep, bizler de her yağmur yağdığında “Ah! Bak ne de güzel yağıyor,” deyip gözlerimize hülyalı bir bakış kondurarak pencere önlerinde dikili kalıyoruz.
Bir de filmler! Yağmur sahneleri izleyicinin içine değer; yağış anı, kahramanın kimi gerçekleri kavrayış anıdır; esas kadın ya da adamın ruhunun dökülüp saçılma anıdır. Sonra resimler, fotoğraflar, şiirler, romanlar… Bir de bakarsınız ki yağmur, dünya kadar çağrışımla belleğinizde boy vermiştir; kök salmıştır. Bunca çağrışımı içinde barındıran tek tuhaf duygu ise hüzündür. İçinde neşeyi, acıyı, oyunu, aşkı, yalnızlığı, dostluğu barındırır. Hilmi Yavuz’un diliyle “hüzün ki en çok yakışandır bize” öyleyse yağmur belleğimizde hüzünlü kalmaya zorunludur. Ne gam!

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...