HOOGSTRATEN, Samuel van
View of a Corridor
c. 1670
Oil on canvas, 103 x 70 cm
Musée du Louvre, Paris
Ağaç kovukları, mağaralar kuş
yuvaları, apartmanlar, çiftlikler vs. dahil olmak üzere bu dünya, tüm canlılar
ailesinin birlikte yaşadığı koca bir evdir. Bu nedenle dünyanın ev sahibi hem
üveyikler hem ayılar hem ağaçlar hem helikopter böcekleri hem de insanlardır. Komşuluk
hakları gibi başka evlerle, canlılarla ilişkilerimizi sorgulamak başka bir
yazıya kalsın; biz bu yazıda yalnız insancıkların evlerinden söz edelim.
Denemelerini hayranlıkla okuduğum Nermi
Uygur ev için “Çocuklukta baba ocağı,
gençlikte dışarıdan uzak; evlenince: yuva, -ya da hapishane. Sevmeyince
cehennem. Sevince: kale, bahçe, tapınak, kitaplık. Hastayken bambaşka türden
bir yer…” der. Bu betimlemeler, evden çok insanı öne çıkarır. Oysa Behçet
Necatigil’in Evin Halleri şiiri, insanı
içeren ama salt kendi benliğiyle de evin ne olduğunu anlamamızı sağlayan bir
şiirdir. Evin Halleri evin her görünümünü özetler. Siz dizelerin aralarını
doldurun yeter ki! Ben bu yazıda öyle yapacağım.
Evin yalın hali
İster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bomboş, ev.
Çocukluğumuzda bizim de bir “perili ev”imiz
vardı hatta ona zamanında pek meşhur olan bir dizinin adıyla “Dallas” diye seslenirdik.
Dallas, müstakil iki katlı bir evdi. Sonradan büyüklerimizden öğrendiğimiz
kadarıyla evin sahipleri Almanya’da yaşıyormuş. Evlerini hiç ziyarete
gelmedikleri için evin bahçesinde ancak yağmurlarla beslenen güller ve onların etrafında
biten yabanıl otlar boy verirdi. Bahçenin demirden kapısı kilitliydi. Korku
içinde ama merakla o kapıyı aşıp içeri atlardık ve her seferinde Dallas’a dair
ve elbette dünyaya dair daha çok şey keşfetmeye çabalardık.
İnsansız ev, yalın haldedir. İnsanların,
içinde ısındıkları, sarmaş dolaş oldukları, uyudukları, doydukları, küsüp
barıştıkları bir evleri olmalı. Yoksa ev kimsesiz kalır. Bomboş, korunmasız,
sevgisiz, ürkütücü... Yolculuğa çıktığımda evimi özlerim. Oysa içinde beni bekleyen
ne bir insan ne bir kedi vardır. Ben yine de evim için “Kim bilir bensiz nasıl?” diye düşünürüm. Biri
gibidir evim, ardımda bıraktığım bir parçamdır.
Evin -i hali, sabah,
Geciktiniz haydi!
Uykuların tatlandığı sularda
Bıracaksınız evi.
Sabah erkenden kalkmalı insan. İşine
gücüne sarılmalı. Çünkü ev emek ister; akşam düşünmek için yeni düşünceler,
düşler, yeni hayatlar ister. Mevsimlerden kışsa erken kalkmalı, daha hızlı
olmalı insan. Çünkü kışın günler kısadır ve eve dönmek zamanı çok yakındır.
Oysa yazın geç kalkmalı insan. Evine, yastığına sarılmalı doya doya. Nasılsa
gün uzun, nasılsa eve dönülünce görülmüş dostlar, konuşulmuş kitaplar, geçilmiş
yollar olacaktır hep güneşle anımsanan. Güz vakti ise bir ayağın evde bir ayağın
dışarıdadır. Ne ev sensizliğe ne sen evden uzakta oluşa razısınızdır.
Evin –i hali, siz evden çıkmak
üzereykenki haldir. Yalnız salonu ve mutfağı, bir de koridoru görürsünüz.
Elinizde anahtar, bir ayağınız evde diğeri dışarıdadır. Başınızı çevirip
arkanıza, son kez bakarsınız, evde her şey yolunda mı, diye. Bu bakış Mrs.
Dalloway’in akşam vereceği parti için evden çıkıp çiçek almaya gidişindeki
heyecana da benzeyebilir, Bay K’nın sabahın köründe evinden apar topar alınıp
tutuklandığı günkü tedirginliğe de. Ya sizi coşkuyla uğurlar ev ya da
arkanızdan ağlar. Ya hoplaya zıplaya çıkarsınız ya gözünüz arkada kalır. Bazen
çiçekleri sulamak için anahtarı komşuya bırakacağınız kadar bir zaman bile
verilmez size. Evi, hep güle oynaya hep geri dönmek üzere bırakacağımız günler dilerim.
Evin -e hali, gün boyu,
Ha gayret emektar deve!
Sırtınızda yılların yorgunluğu
Akşam erkenden eve.
Bazı insanlar aylarca eve gitmeseler ruhları
duymaz. Böylesi çok arkadaşım var. Onlar sokakların, taşıtların, yolların
insanlarıdır. Bir kentte yabancı olarak yaşamak, başka bir evde uyanmakla
tazelenirler. En başta söylediğim “Dünya hepimizin evidir” savını en çok onlar
sahiplenirler. Ben gibiler ise gezip görüp başlangıç noktasına yani evlerine
geri dönmek isteyenlerdir; zorunlu kalmadıkça evinden ayrı bir hafta
geçiremeyenlerdir; arkadaşlarla gece yarılarına kadar sohbet muhabbeti bir
kanepede kıvrılıp uyuyarak tamamlamaya razı olamayıp “Ben artık eve gideyim”
diyenlerdir.
Eve dönmek, eve gitmek bütün günün
acılarını dindirmeye, bütün neşeleri demlemeye duyulan ihtiyaçtan doğar. Yorucu
bir iş gününün sonunda dışarıda yenilecek teferruatlı bir yemeğe, evde
haşlanmış makarnayı tercih ettiğimi itiraf etmeliyim. Eğer mutlu bir evde
yaşıyorsanız, eve dönmenin ılık huzuru her akşam sizi sarsın dilerim. Nazım
Hikmet ve Sabahattin Ali bu huzura eremeyenlerdendir ve bu nedenle onlar her
aklımıza geldikçe içimiz burkulur. Çünkü
biliriz ki herkes evinde ölmek ister; elbette herkes bunu hak eder.
Evin -de hali, saadet,
Isınmak ocaktaki alevde
Sönmüş yıldızlara karşı
Işıklar varsa evde.
Evde olmak, dışarıdan ne umduğunuza ve
ne bulduğunuza bağlı olarak iyi ya da kötüdür. Dargınsanız birilerine, eve yani
kendinize kapanırsınız. Yumuşak bir battaniyeye sarınıp perdeler açık, akşam
inerken uyuklarsınız. Uyanınca bir fincan bitki çayı içer, bir parça ekmekle açlığınızı
yatıştırırsınız. Sonra tekrar uyku. Kozasında bekleyen ipek böceği misali kendinizi
yarına hazırlarsınız.
Birileri sizi sevindirdiyse sabah
erkenden kalkarsınız, evde bozulan bir şeyler varsa onları tamir eder, bekleyen
ütüleri yapar, akşama taze fasulye pişirirsiniz. Yarım kalmış yazılardan birini ikindi güneşi
çalışma odanıza düşerken bitirirsiniz, tıpkı benim bu yazıyı bitirdiğim gibi.
Evdeki erkeğin/erkeklerin gazabından
yılıp mutfağa sinmiş kadınlar, dayaktan, tacizden yorgun düşmüş çocuklar mutsuz
toplumların mutsuz evlerinin en çarpıcı fotoğraflarındandır. Annemin deyişiyle,
keşke hiçkimsenin evinde hiçkimsenin ağzının tadı bozulmasa.
Evin -den hali, uzaksınız,
Hattâ içinde yaşarken
Aşkların, ölümlerin omzunda
Ayrılmak varken evden.
Geride bıraktığımız evler var. Geride
bırakacağımız evler var. Kiminden anne babamızın tayini çıktı diye, kiminden
arkamıza bile bakmadan kaçarak çıkıp gitmişizdir. Onlardan ayrılmış olsak da
hepsi kalbimizin bir göz odasında çakılı durur. Gözümüzü kapadığımızda
ardımızda bıraktığımız evlerin rüyalarını görürüz. Çünkü her evde bir yanımızı
bırakırız. Birinde çocukluğumuz, birinde ilk asiliklerimiz, birinde ömür boyu
sürecek sandığımız aşkımız, birinde yalnızlığımız durur.
Evden ayrılmak, bağımızlığa ermekse,
daha esenlikli günlere gitmekse güzeldir. Bir savaştan çoluk çocuk kaçanların,
uğrunda ölebileceği halkının yüzüstü bıraktığı ve başka diyarlara sürgün edilen
insanların evden ayrılışları, ancak kederli bir ayrılıştır.
Dünya bizim evimiz. Bu büyük bir dilek
ama dilerim bir gün kimse kimseyi sürgün etmez, kimse kimseye evini dar etmez.
Tıpkı masalların sonundaki gibi bütün insanlar, bütün canlılar gönülleri nerede
olmak istiyorsa orada mutlulukla yaşarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.