6 Temmuz 2017 Perşembe

EVİN HALLERİ


HOOGSTRATEN, Samuel van
View of a Corridor
c. 1670
Oil on canvas, 103 x 70 cm
Musée du Louvre, Paris
Ağaç kovukları, mağaralar kuş yuvaları, apartmanlar, çiftlikler vs. dahil olmak üzere bu dünya, tüm canlılar ailesinin birlikte yaşadığı koca bir evdir. Bu nedenle dünyanın ev sahibi hem üveyikler hem ayılar hem ağaçlar hem helikopter böcekleri hem de insanlardır. Komşuluk hakları gibi başka evlerle, canlılarla ilişkilerimizi sorgulamak başka bir yazıya kalsın; biz bu yazıda yalnız insancıkların evlerinden söz edelim.

Denemelerini hayranlıkla okuduğum Nermi Uygur ev için “Çocuklukta baba ocağı, gençlikte dışarıdan uzak; evlenince: yuva, -ya da hapishane. Sevmeyince cehennem. Sevince: kale, bahçe, tapınak, kitaplık. Hastayken bambaşka türden bir yer…” der. Bu betimlemeler, evden çok insanı öne çıkarır. Oysa Behçet Necatigil’in Evin Halleri şiiri, insanı içeren ama salt kendi benliğiyle de evin ne olduğunu anlamamızı sağlayan bir şiirdir. Evin Halleri evin her görünümünü özetler. Siz dizelerin aralarını doldurun yeter ki! Ben bu yazıda öyle yapacağım.
                              
Evin yalın hali
İster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bomboş, ev.

Çocukluğumuzda bizim de bir “perili ev”imiz vardı hatta ona zamanında pek meşhur olan bir dizinin adıyla “Dallas” diye seslenirdik. Dallas, müstakil iki katlı bir evdi. Sonradan büyüklerimizden öğrendiğimiz kadarıyla evin sahipleri Almanya’da yaşıyormuş. Evlerini hiç ziyarete gelmedikleri için evin bahçesinde ancak yağmurlarla beslenen güller ve onların etrafında biten yabanıl otlar boy verirdi. Bahçenin demirden kapısı kilitliydi. Korku içinde ama merakla o kapıyı aşıp içeri atlardık ve her seferinde Dallas’a dair ve elbette dünyaya dair daha çok şey keşfetmeye çabalardık.
İnsansız ev, yalın haldedir. İnsanların, içinde ısındıkları, sarmaş dolaş oldukları, uyudukları, doydukları, küsüp barıştıkları bir evleri olmalı. Yoksa ev kimsesiz kalır. Bomboş, korunmasız, sevgisiz, ürkütücü... Yolculuğa çıktığımda evimi özlerim. Oysa içinde beni bekleyen ne bir insan ne bir kedi vardır. Ben yine de evim için  “Kim bilir bensiz nasıl?” diye düşünürüm. Biri gibidir evim, ardımda bıraktığım bir parçamdır.

Evin -i hali, sabah,
Geciktiniz haydi!
Uykuların tatlandığı sularda
Bıracaksınız evi.

Sabah erkenden kalkmalı insan. İşine gücüne sarılmalı. Çünkü ev emek ister; akşam düşünmek için yeni düşünceler, düşler, yeni hayatlar ister. Mevsimlerden kışsa erken kalkmalı, daha hızlı olmalı insan. Çünkü kışın günler kısadır ve eve dönmek zamanı çok yakındır. Oysa yazın geç kalkmalı insan. Evine, yastığına sarılmalı doya doya. Nasılsa gün uzun, nasılsa eve dönülünce görülmüş dostlar, konuşulmuş kitaplar, geçilmiş yollar olacaktır hep güneşle anımsanan. Güz vakti ise bir ayağın evde bir ayağın dışarıdadır. Ne ev sensizliğe ne sen evden uzakta oluşa razısınızdır.
Evin –i hali, siz evden çıkmak üzereykenki haldir. Yalnız salonu ve mutfağı, bir de koridoru görürsünüz. Elinizde anahtar, bir ayağınız evde diğeri dışarıdadır. Başınızı çevirip arkanıza, son kez bakarsınız, evde her şey yolunda mı, diye. Bu bakış Mrs. Dalloway’in akşam vereceği parti için evden çıkıp çiçek almaya gidişindeki heyecana da benzeyebilir, Bay K’nın sabahın köründe evinden apar topar alınıp tutuklandığı günkü tedirginliğe de. Ya sizi coşkuyla uğurlar ev ya da arkanızdan ağlar. Ya hoplaya zıplaya çıkarsınız ya gözünüz arkada kalır. Bazen çiçekleri sulamak için anahtarı komşuya bırakacağınız kadar bir zaman bile verilmez size. Evi, hep güle oynaya hep geri dönmek üzere  bırakacağımız günler dilerim.

Evin -e hali, gün boyu,
Ha gayret emektar deve!
Sırtınızda yılların yorgunluğu
Akşam erkenden eve.

Bazı insanlar aylarca eve gitmeseler ruhları duymaz. Böylesi çok arkadaşım var. Onlar sokakların, taşıtların, yolların insanlarıdır. Bir kentte yabancı olarak yaşamak, başka bir evde uyanmakla tazelenirler. En başta söylediğim “Dünya hepimizin evidir” savını en çok onlar sahiplenirler. Ben gibiler ise gezip görüp başlangıç noktasına yani evlerine geri dönmek isteyenlerdir; zorunlu kalmadıkça evinden ayrı bir hafta geçiremeyenlerdir; arkadaşlarla gece yarılarına kadar sohbet muhabbeti bir kanepede kıvrılıp uyuyarak tamamlamaya razı olamayıp “Ben artık eve gideyim” diyenlerdir.

Eve dönmek, eve gitmek bütün günün acılarını dindirmeye, bütün neşeleri demlemeye duyulan ihtiyaçtan doğar. Yorucu bir iş gününün sonunda dışarıda yenilecek teferruatlı bir yemeğe, evde haşlanmış makarnayı tercih ettiğimi itiraf etmeliyim. Eğer mutlu bir evde yaşıyorsanız, eve dönmenin ılık huzuru her akşam sizi sarsın dilerim. Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali bu huzura eremeyenlerdendir ve bu nedenle onlar her aklımıza geldikçe içimiz burkulur.  Çünkü biliriz ki herkes evinde ölmek ister; elbette herkes bunu hak eder.

Evin -de hali, saadet,
Isınmak ocaktaki alevde
Sönmüş yıldızlara karşı
Işıklar varsa evde.

Evde olmak, dışarıdan ne umduğunuza ve ne bulduğunuza bağlı olarak iyi ya da kötüdür. Dargınsanız birilerine, eve yani kendinize kapanırsınız. Yumuşak bir battaniyeye sarınıp perdeler açık, akşam inerken uyuklarsınız. Uyanınca bir fincan bitki çayı içer, bir parça ekmekle açlığınızı yatıştırırsınız. Sonra tekrar uyku. Kozasında bekleyen ipek böceği misali kendinizi yarına hazırlarsınız.
Birileri sizi sevindirdiyse sabah erkenden kalkarsınız, evde bozulan bir şeyler varsa onları tamir eder, bekleyen ütüleri yapar, akşama taze fasulye pişirirsiniz.  Yarım kalmış yazılardan birini ikindi güneşi çalışma odanıza düşerken bitirirsiniz, tıpkı benim bu yazıyı bitirdiğim gibi.
Evdeki erkeğin/erkeklerin gazabından yılıp mutfağa sinmiş kadınlar, dayaktan, tacizden yorgun düşmüş çocuklar mutsuz toplumların mutsuz evlerinin en çarpıcı fotoğraflarındandır. Annemin deyişiyle, keşke hiçkimsenin evinde hiçkimsenin ağzının tadı bozulmasa.

Evin -den hali, uzaksınız,
Hattâ içinde yaşarken
Aşkların, ölümlerin omzunda
Ayrılmak varken evden.

Geride bıraktığımız evler var. Geride bırakacağımız evler var. Kiminden anne babamızın tayini çıktı diye, kiminden arkamıza bile bakmadan kaçarak çıkıp gitmişizdir. Onlardan ayrılmış olsak da hepsi kalbimizin bir göz odasında çakılı durur. Gözümüzü kapadığımızda ardımızda bıraktığımız evlerin rüyalarını görürüz. Çünkü her evde bir yanımızı bırakırız. Birinde çocukluğumuz, birinde ilk asiliklerimiz, birinde ömür boyu sürecek sandığımız aşkımız, birinde yalnızlığımız durur.
Evden ayrılmak, bağımızlığa ermekse, daha esenlikli günlere gitmekse güzeldir. Bir savaştan çoluk çocuk kaçanların, uğrunda ölebileceği halkının yüzüstü bıraktığı ve başka diyarlara sürgün edilen insanların evden ayrılışları, ancak kederli bir ayrılıştır.
Dünya bizim evimiz. Bu büyük bir dilek ama dilerim bir gün kimse kimseyi sürgün etmez, kimse kimseye evini dar etmez. Tıpkı masalların sonundaki gibi bütün insanlar, bütün canlılar gönülleri nerede olmak istiyorsa orada mutlulukla yaşarlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...