4 Nisan 2012 Çarşamba

KENTLERDEN GİTMEYİN

Kent, hepimizi içine alır. Biz onu içimize alamayız; çünkü o çok büyüktür. Bir gün kentin bir sokağını, bir mağazasının vitrinini, bir telefon kulübesini, bir okulunun bahçesini sığdırırız içimize. Kent, bitmez; tıka basa doludur: İmgeler, nesneler, kişiler, binalar üşüş üşüş üstümüze...  Ponty gibi düşünüyorum: Nesneler önemsiz değil, doğa kadar değerli bizim için. Modern zamanların çocukları olarak nesneleriyle zenginleşmiş kentleri seviyoruz, onları kasabalara tercih ediyoruz.
Woody Allen en çok New York'u anlattı. Balzac Paris'tir. Saint Petersburg, Dostoyevski'dir. Fransız yazar Michel Butor en çok Roma'dır. İstanbul'suz Tanpınar olur mu?
Bazı entelektüeller, bazı sanatçılar, bazı bilim adamları çıkıp çıkıp gitmek istiyorlar bir kıyı kasabasına. Gitmeyin, bu kent sizlerle güzel, hep olduğu gibi. Bir gün kentler sadece turisitlere ve seyyar satıcılara kalacak. Üstelik biz gidince kasabalara, oralarda yapayalnız kalırız, makinesiz, nesnesiz, gürültüsüz, ıssız. Tıka basa dolu kentler, lunapark gibi kalsın daha güzel. Müzeleşmiş Avrupa kentlerini sevmiyorum, hayat yok içlerinde.
Ben de biliyorum çok gürültü var kentte; insan kafasını dinleyemiyor. İçimizde uzayan sessizlik bize yeter. Dışarıdaki sessizliği kent çocukları sevmez. Kentlerden gitmeyin sevgili dostlar. O sizlerle güzel.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...