14 Temmuz 2011 Perşembe

KOLTUKTA ÖYKÜ HATIRLAMAK, ÖYKÜYLE YAŞAMAK


 Yorgunluktan koltuğa düşmüşken yani hayat size yapacağını yapmış; artık dalgasız akıp giderken belleğinize bir dizenin takılabildığı gibi, bir öykünün tümcesi, imgesi, benzetmesi düşebilir. Mesela aç olduğunuzu duyumsarsınız, kalkıp yemek hazırlamaya dermanınız olmaz;  Vüs’ot O. Bener’in Havva öyküsü düşer aklınıza. Açlığı ölmekle ilişkilendirir, kalkıp yemek hazırlamaktan toptan vazgeçip uykuya teslim olursunuz. Ya da tatil derdine düşersiniz, Sait Faik’in Barba’sı dolanır koltuğun tam karşısında. Çocukluğunuza dönmek arzusu bir an sizi canlandıracak sanırsınız; İtalo Calvino’nun Büyülü Bahçesi’ndeki Serenella’nın hiç kaygısız havuzda yüzüşü canlanır gözünüzde. O günleri yeniden yaşamak, hiç olmazsa çocukluktaki bir duyguyu tam tamına hatırlamak sahi mümkün müdür, diye sorgularsınız kendinizi.
Kanepeye sizi yapıştıran bir yalnızlık hali varsa üzerinizde Oğuz Atay’ın Babama Mektup’unu hatırlamanız işten değildir:
“Hani ben sana kızınca ya da belirsiz nedenlerle içimde tanımlayamadığım sıkıntılar duyunca gidip sabahlara kadar içerdim ya, şimdi öyle yapmıyorlar babacığım: Artık içki de iyi gelmediği için böyle durumlarda
koltuklara baykuş gibi tünüyorum.”
Fark edersiniz ki siz de oturduğunuz koltuğa baykuş gibi tünemektesinizdir. Sizi kucaklayıp başka bir yere bıraksalar, oraya da böyle tüneyeceksinizdir. Romanlar için söylenir bu; ama kim demiş öyküler için de geçerli olmadığını bu tartışmanın: Hayat mı öyküleri kurar öyküler mi hayatı? Bence öyküler hayatı, hayat öyküleri kurar durur. Nasıl mı? Yazar birimizden bir şey görür, tarif eder bırakır; gün gelir biz yazarın sunduğu tarifi okur, aklımıza yazarız; vakit eriştiğinde de tarif edileni yaşarız. “Ben bu duyguyu nereden hatırlıyorum?” diye sorarız kendimize. “Neden başka bir şeyi değil de tam da şimdi koltuğa baykuş gibi tünediğimi sanıyorum?”
Öykü okumayanların nasıl yaşadığına şaşar dururum. Onların aslında yaşamadıklarına, yaşadıklarını sandıklarına hükmedebilirim, aklım almaz böyle bir şeyi. Hayat boyu içine düştüğümüz duyguları ayırt etmek boynumuzun borcudur; çünkü yaşamak en büyük ödevimizdir.
Daha çok öykü daha çok hayat!

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...