Romanlar
tarihe de geleceğe de en az şimdiki zaman kadar ilgi duyar. Öyküler ise
çoğunlukla günün, çağın nabzını tutar. Öykü yazarları, kendi döneminde ne
gördüyse içinde tutamaz, anlatır. Bu nedenle öykü; sorumluluk sahibi,
öncelikleri olan ve bu nedenle de maceraya fazla kapılmayan insanlar gibidir. Örneğin
Mauppasant ve Alphonse Daudet öykülerinde 1870 ve 1880'lerin Fransa'sını öyle kusursuz
betimler ki, neredeyse yüz elli yıl önceki insanlar bize daha dün yaşamış gibi gelir. Bu öykülerde, yoksulluk içinde yaşamalarına rağmen çocuklarının iyi bir eğitim alması için uğraşan aileleri,
teknolojiyle yavaş yavaş geleneksel tarımdan vazgeçen çiftçilerin arada
kalışlarını, hastalıklardan çocuklarını kaybeden anne babaları ta içimizde
duyarız. Çehov'un öyküleri de keza 1890 sonrası Rusya'nın burjuva ve köylülerinin yaşamlarını anlatan resmi aile belgeleri gibidir.
Bizim
edebiyatımızın öykü geleneği de çağını iyi tanır ve anlatır. Refik Halit Karay,
Osmanlı’nın huzursuz dağılışını ve farklı kültürel yapıdaki insanların bir
zamanlarki birlikteliklerinden sıyrılıp çözülüşlerini okuruna sitemle aktarır. Sait
Faik ise öykülerinde Cumhuriyet devrimleriyle aydınlanan Türkiye’nin insanlarını
eğitimsizlikle, açgözlülükle sınar ve çoğu karakteri sınıfta kalır. Sait Faik
yalnız çocuklardan umutludur, bir onlara güvenir. Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken’i
de 60-70’lerin Türkiyesi’nin özetidir. Herkes o devirde tedirgin, güvensiz… Öte taraftan Yaşar Kemal de Orhan Kemal de sanayileşen ülkenin
payandaları arasında yitip giden çocukları, gençleri,işçileri anlattılar. Yani yaşadığınız ülkenin gelgitlerini anlamanın en iyi yolu belki de öykü
yazarlarınızı okumaktır.
“Orada
Bir Yerde” öykü kitabıyla Engin Türkgeldi, bize son yirmi otuz yılımızı önümüze
serer gibidir. Doğrudan değil dolaylı yollardan; masalla, düşle anlatır. Nasıl
mı? Bu kitaptaki öykülerde, uzaklarda
bir yerlerde insanların başına zor şeyler geliyor. Ölenler, acı çekenler, ruhları kirlenenler,
yaşamanın tadını unutanlar, dövülenler, güçten başı dönüp zalime dönenler, yerinden yurdundan koparılanlar,
işinden gücünden edilenler, aşkı şiddete bulaştıranlar… Engin Türkgeldi, öykülerini
öyle katastrofik bir atmosferde anlatıyor ki; karakterlerin trajedilerini
anlamaya yaklaşamıyorsunuz ama bu trajediler size bir yerlerden tanıdık
geldiğinden hepsinin birer birer yasını tutabiliyorsunuz. Devlerin, cücelerin, peygamberlerin,
hükümdarların yaşadığı bir devrin neleri içerebildiğine tanıklık ediyorsunuz. Bu
nedenle bu öykülerin bazılarında şiddeti kimi zaman perdesiz izlemek gerekiyor.