İçinde bulunduğumuz bunaltıcı ülke gündeminden uzaklaşmak niyetiyle ve başka
gözlerle dünyaya bakma umuduyla kendimi deneme okumaya verdim. Nermi Uygur’un
Başka-Sevgi’sinden sonra üniversite yıllarında okuduğum ama belli ki hiç
anlamadığım Ahmet Haşim’in denemelerini okumaya başladım.
Bize Göre ve Bir Seyahatin
Notları, sözlüğe bakma gereği
duymadan anlayabileceğim 1920 Türkçesiyle yazılmış tatlı bir biçemle beni sıcacık sardı ilkin. Kendimi güvende, huzurlu ve sanki
cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi gönençli duydum. İncelik, zarafet, sanat
sardı her yanımı... Ahmet Haşim’in çok iyi bir deneme yazarı olduğu,
şairliği kadar bilinmez. Okurunu sever de döver de o; hocanızı dinler gibi
okursunuz; yani tatlı sert. Şairin biçem
dehasına birkaç örnek vereyim:
Şair, Bahar başlıklı denemesinde
“
Zeka - nar, ayva ve portakal gibi geç renk ve rayiha bulan bir sohbahar
mahsulüdür. En az kırk sene güneşte pişmeden bu asil meyve ballanmıyor, ” derken olgun yaşlardaki okurunu
gülümsetecek, rahatlatacak türden pek sevimlice sözler söylüyor. Aşık olan ama evlenmelerine izin verilmeyen
gençlere öğüt verirken ise pek içten ama acımasız. Bu durumda üzülecek bir
şeyin olmadığı hatta sevinilecek bir şeyler olduğunu bakın nasıl söylüyor: Kahramanı
zevce ve mevzuu izdivaç olan hikayeden tatsız ne olabilir! Şair haklı… Bu sözün karşısında ne
söylenebilir ki! Altı çizilecek daha nice veciz sözü olan Ahmet Haşim’in deneme
dili gerçekten bir harika!
Şimdi gelelim bu yazının yazılma
nedenine. Başlıktan da anlaşılacağı gibi bu yazının amacı Ahmet Haşim’in deneme
dilini övmek değil. Mesele başka.