21 Temmuz 2012 Cumartesi

Magosa'nın Armağanları

Magosa'da yüksek binalar yoktur. Bu yüzden gökyüzü açıktır. Başını kaldırdığında insan, koca bir bulutu burnunun dibinde salınır bulur; elini kaldırsa tutarım  sanır. Geceler yıldızlıdır; büyük kentlerde yaşamaya alışmış olan için, Magosa'nın tavanı, bir yıldız bahçesi olarak imgeleşir. Artık geçmişte kalan Magosa, içime bir yıldız bahçesi bir de kocaman bulutlar bıraktı: Yazı işçisi için ne büyük armağanlar bunlar!

Bankaların, iş yerlerinin, evlerin arasında ya da gölgesinde kalan bataklıklar irkiltmişti beni ilk önceleri... Zamanla bataklıkların varlığını unuttum ve kulağıma gelen kurbağa seslerini işitmeye koyuldum günler, aylar boyu. Sokak lambası yok denecek kadar azdır kentte. Hava alanından döndüğüm akşamlar, tepemdeki yıldızlar ışığım olup evime kadar götürürdüler beni. Karanlıktan korkmaz oldum yıldızlar ve kurbağa sesleri sayesinde. Namık Kemal'in illallah ettiği sivrisinekler, yazın beni perişan etse de benim için bataklık, artık yalnızca güzel sesli kurbağalardır. Geceler  güvenli bir anne kucağıdır: Yazı işçisi için ne büyük armağanlar bunlar.

Nisan ayı geldiğinde kış boyu altında yürüdüğüm solgun okaliptüs ağaçlarının yanında bucağında papatyalar doğup boyum kadar oldular müthiş bir hızla. Başka çiçekler ve otlar da  değme Fransız parfümlerini gölgede bırakacak kadar yerleştiler burnuma.  Magosa'nın koca yapraklı küçücük ağaçları, ağaç dediğimiz canlının rengarenk büyük bir bitki olabildiğini öğretti bana.  Geçmişte bilgisayarımın yanında radyasyonu alsın diye koyduğum parmak kadar kaktüsüslere dil çıkarırdı dev gibi kaktüsler. Kaktüsler tepelerinde mor, mavi, pembe, kırmızı, sarı şapkalı kadınlara döndüler bahara evrildiğinde mevsim. Ankara'yı içine işlemiş ben, kokuya doydum Magosa'da. Doğaya yabancılığım geçti, ruhum soyundu çiçeklere, ağaçlara, kaktüslere: Yazı işçisi için ne büyük armağanlar bunlar.

Magosa sahillerinde ayağıma değen yumuşacık kumu Türkiye'nin hiçbir yerinde bulamazdım. Yaz geldiğinde kalabalıklaşan kıyılar, kışın sadece bana konuştu. Bir yabancıya kendini çabuk açan kıyıları severdim; Magosa kıyıları, kendini bana açmakla kalmadı, beni de kendine açtı. Tüm sırlarımı, özlemlerimi Afrika sahillerine bırakıp döneceğine söz verdiği için ondan saklamadım hiçbir şeyimi. Magosa sahilleri, sırtımdaki eski yükleri aldı, kendime heyecan verici, yeni düşler bulmaya başladım: Yazı işçisi için ne büyük armağanlar bunlar.

Yurt özlemi öylesine ağır bastı ki bütün  bu güzelliklerin değerini ancak oradan gidince anlayacağımı sezdim. Bu yüzden Magosa'ya dair tek satır yazamadım. Çoklukla şimdiyi değil geçmişi yazabildiğimi, bir yıllık Magosa çağında öğrendim: Yazı işçisi için ne büyük armağanlar bunlar.

Yıldızlar, çiçekler, kurbağa sesleri, bataklıklar, ağaçlar, bulutlar, sır tutan bir deniz, yepyeni düşler... Çoklukla şimdiyi değil geçmişi yazabilen bu yazı işçisi, Magosa'ya minnettardır.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...