16 Mart 2010 Salı

Adsız Sansız Bir Jude: Bahar Ayları İçin “Havai” Bir Kitap

İlk gençlik yıllarımızda kurduğumuz ışıltılı düşleri anımsamamızı ister Thomas Hardy, genç Jude Fawley’i yaratırken. Kurduğumuz bu ışıltılı düşlerin hiç de kolay gerçekleşmediğinin ya da henüz gerçekleşmediğinin göstergesi olarak ise Mr. Phillotson’u öne sürer. 1895'te yayımlandığında geleneklere ve ahlaka aykırı bulunduğu için sert eleştirilerle karşılaşan bu yapıtı , yalnızca düşler ve düş kırıklıkları çevreninde de değerlendirebiliriz.

Jude, hayran olduğu öğretmeni Mr. Phillotson’un etkisiyle okumayı sevmiş, giderek boyunu aşan kitapları okumayı kendine dert edinmiştir. Onun bu çabasının anlatıldığı bölümleri okurken ortaokul ve lise yıllarında, anlayamadığımız halde ısrarla baş etmeye çalıştığımız sosyal bilim kitapları aklımıza gelir. Bizden yaşça büyük ve daha çok okumuş olanların düzeyine erişme heyecanı ve telaşı ile bu hatırı sayılır kitapların üstesinden gelmeye çalışırken yaşadığımız anlama- anlamama gelgitleri içimize düşer.
Köyde öğretmenlik yapmaktan çok sıkılan Mr. Phillotson kendisine çok daha fazlasını vaat eden Christminster’da yaşamak için öğrencisi genç Jude’u yapayalnız bırakıp gider; fakat teselli olarak yeni kitaplar gönderme konusunda ona bir söz verir. Aradan yıllar geçse de Jude’un en büyük düşü, öğretmeninin peşinden "bilim ve kültür merkezi" olan Christminster’a gitmek; kendisini asla anlamayan ve anlayamayacak olan köyünün insanlarından uzaklaşmaktır. “Çevresi ne kadar küçükse, Jude’un hayalleri de o kadar büyüktü” (s.22).
Çoğumuz yaşadığımız kentten çok daha büyüğüne ya da bizimkinden çok ayrı bir kültürle biçimlenmiş bir ülkede yaşamayı düşlemişizdir. Ona ulaşmak için belleğimizde sayısız planlar yapmışızdır; sonra buradalığımız baskın çıkmış ya hiç oraya gidememiş ya da kısa bir maceradan sonra yolumuzdan dönmüşüzdür. Bazılarımız elbette ki bu söylediklerimizin dışında hareket edip “fasit dairesi”nden çıkmayı başarmıştır.
Jude,  Christminster’a gitme emeline ulaşır. Oraya gitmek için önüne çıkarılan engellerle mücadele etmek bir yana o, Christminster’da var olmak, tutunmak için de pek çok sıkıntıya göğüs germiştir. İnsan bu romanda ilk gençlik yıllarında kurulan düşlerin uzantılarının bugünlere dek geldiğini düşünmeden edemiyor… Jude’un bir tepeden Christminster kentinin ışıklarına kutsal Kudüs topraklarına bakar gibi büyülenerek baktığı gibi biz de başkaca düşlere bakarak dalıp gittik. Bazılarımız bu düşlerden tümüyle vazgeçtik; bazılarımız ise Jude gibi yollara düştük.
Adsız Sansız Bir Jude, olay örgüsünün sonunda çok değişir. Okumaktan anladığı, aşktan anladığı, insan olmaktan anladığı değişmiştir çünkü. Bizler de tıpkı onun gibi bir düşün peşinde koşarak yaşar; fakat bu koşu sırasında yaşadığımız deneyimlerle, tanışmalarla, kavgalarla başka insanlara dönüşürüz. Bir düşün gerçekleşmesinin olasılığı nedir öyleyse? Ulaştığımız düşü başkası kurmuştur, kurulan düşe ulaştığımızda başkası olmuşuzdur.

Calvino “Klasikleri Niçin Okumalıyız?” diye sormuştu. 19. yüzyıl’da yazılmış olan Thomas Hardy’nin son romanı, sağlam bir kurguyla 21. yüzyıl okurunun karşısında durabiliyor; duygu dünyamızı sarsabiliyor ve usavurma süreçlerimizde hala yeterince cesur davranamadığımızı yüzümüze vurabiliyor. Tüm bunlardan dolayıdır ki Thomas Hardy’nin bir klasik olan Adsız Sansız Bir Jude romanının bahar aylarında okunabilir havailikte ama bir o kadar da sarsıcılıkta olduğunu düşünüyorum.
Yapıtın İletişim yayınlarından çıkan baskısını İngilizceden dilimize çeviren Taciser Ulaş Belge’nin başarısı ise övgüye değer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...