9 Nisan 2010 Cuma

Yürüme Farkı

“Hadi, bu gün başka bir yoldan yürüyelim. Kıbrıs Caddesi’nden biraz yukarı çıkarız. Hem sana eskiden oturduğum evi de gösteririm. Çabucak döneriz.”
Böylece yolunu değiştirdim yol arkadaşımın. Fakat bu durumdan asıl ben etkilenecek, serin bir akşamüstü yürüyüşünü nicedir yapmıyor olmanın vicdan azabını üzerimden atmanın ötesinde bir şeyler düşünerek bitirecektim günü...
Bu güzergah benim her gün kat ettiğim "işe gitme yolu"mdur.. Aşağı yukarı on beş dakikada tamamladığım bu güzergah, yedi parkurdan oluşur:  tanıdığım kalabalık cadde, eskiden bildiğim daha az kalabalık olan cadde, tek yönlü dar bir yolla uzayan  gecekondu semti, gecekondularla lüks apartmanların birbiriyle itiştiği varlıklı bir semtin yokuşlu ve uzun caddesi, uçurumlu, dağ manzaralı şahane bir yol, üç şeritli çevre yolu; sakin, huzurlu, neşeli varış noktası: iş yerim...

Biz ikinci parkurdayız şimdi: eskiden bildiğim daha az kalabalık olan caddede.
Yürüdükçe anılar canlanıyor beklendiği üzere. DVD kiraladığım dükkan, manav, fırın, süpermarket her şey yerli yerinde...Bir sızı oturuverdi içime.  Eşsiz güzellikteki zamanları çağrıştırsa da neden hüzünle anımsanır ki geçmiş?
 Yağmur çiselemeye durdu eski evimin önünde. Önündeki duvarında hiç kalkmamacasına oturmak istedim. Kedilerle konuştum biraz. "Her şey aynı," dediler. "Sen gidince biz sabah akşam miyavlamayı bırakdık mı sandın?" ve "Akşamları bize süt ve su bırakanlar hala var. Bak hala nasıl da besiliyiz,"dediler. Evet, hala oldukça iriydiler. Ama kıskandım şimdiki hamilerini doğrusu! Terk edenin ardında bıraktığı şeyleri kıskanması doğru mudur, diye sorarsanız; ben doğruyu değil hissettiğimi yazdığımı söylerim size.
Buralarda yaşadığım zamanlarda, caddenin üst taraflarına gitmeyi hiç düşünmemiştim. İşim gücüm hep aşağısındaydı.  Ötede ne olduğunu hiç merak da etmemiştim. (Yeni tanıdığım yazarlara,şairlere yazdıkları kitaplara karşı da aynı suçluluk duygusuyla yanaşırım. Engelleyemiyorum. Oysa her şeyin zamanı var, çoktan öğrendim bunu... )Kendime içerledim. Nasıl atlardım bu yolu?(Nasıl atlardım bu yazarı, şairi?)
Üçüncü parkurun başına geldik. Arabayla geçerken hiçbir şey görmediğimi gördüğüm andaydık. Arabayla hızla aşarken mesafeleri,geçtiğim  mekanlarla ilgisiz dünya kadar tatsız tuzsuz şeyi  içimden geçirdiğime aydığım düzlemdeydik. Aslında ben hiç geçmemişim ki buralardan... Bir hastane varmış. Bir pastane.Kapısının önünden geçerken yığın yığın örgü  yumaklarının göründüğü küçücük bir tuhafiye dükkanı.  Plastik kovaların, leğenlerin, oyuncakların üst üste alt alta sergilendiği, içine girdiğinizde sizi kesin çocukluğunuza götürecek derme çatma, tıka basa tuhaf eşyalarla dolu bir bakkal. Yolun kenarlarından yükselen  çimenlerin bitiminde beliren gecekondular... Kömür kokusu... Bir kadın çıktı çimenlerin arasından bir ağacın yükseldiği gibi yükselmiş bir evden. Elinde bir soba kovası, içi kül dolu. Döktü kovayı, çöp bidonuna toz toprak içinde. Bakakaldım ardından. Tepesinde bir kaç yıldız yanıyordu kadının.  O, yıldızlara bakmadan, ışığı yanan küçük evine girdi. Maviye boyalı tahta kapısını iterek...Kayboldu.
Üçüncü parkurun başındaydık hala. Ara sıra geçen arabaları saymazsak her şey yavaşça salınıyordu ya da kıpırtısız  bekliyordu olduğu yerde. Bir dönemecin başına vardık; ötesinde hergün içinden geçtiğim bir muamma. Dönemecin başında bir demir korkuluk, beni yanına çağırdı. Oysa direksiyonun ardındaki beni hiç çağırmamıştı .  Şimdi  o yalnız bir korkuluk değil; önümdeki ıssızlığa  bir sınırdı  benim için. Korkuluktan(sınırdan) tutundum. Aşağıda gözün alabildiğince çatılar çatılar çatılar. Çirkin, durgun, küskün çatılar, çatıların altında bana meçhul hayatlar.
Korkuluğun hizasından devam eden dönemecin ardına gidemedim..."Hesapta yoktu zaten," dedik. "Geç kaldık," dedik...
 Şaşkın, durgun, kendine alınmış ben ve yol arkadaşım aynı yoldan geri döndük . "Gezip görmek" "farklı diyarlara yolculuk etmek" eylemlerinin eğreti anlamı, yakışıksızlığı, hadsizliği içime değdi. Burnumun ucunu görmezken kilometreler ötesindeki kentlerin, ülkelerin ilginçliğini, hayret vericiliğini anlatıp dururdum senelerdir. Bir ihanet duygusu çöreklendi içime. Yaşama, yaşadığım kente ihanet.
Güzel günlerde Ankara'yı semt ayırmaksızın adım adım gezmek. İşte en güzel gezi günlüğü bu olsun...Kederlendirecek, kızdıracak kim bilir beni bu kısa gezintiler; ama anlatacak yaşadığım kentin ayrı ayrı yüzlerini. Ve sevdirecek hayat bana en hoyrat yanlarını...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...