15 Temmuz 2010 Perşembe

İÇ MONOLOG 1

 Kırmızı- turuncu renkli, uzun, dayanıklı yapraklarıyla pıt diye düştü başına bir acemborusu. Sonra sekti, masaya inişe geçti bu civelek çiçek.
 "Neredeyse çay bardağımın içine düşecekti!"
Gülüverdi insan sesiyle dolu sokakta yalnız oturan.
Birazdan bir kişi daha gelecek yalnız oturanın masasına, ardından biri daha... Masaya davetli üçüncü kişi biraz gecikeceğini önceden haber verdi ama ikinci davetlinin gelmesi an meselesi.
 Pıt diye bir acemborusu daha düştü masaya taptaze, dipdiri. 

"Yazık. Hep böyle dökülürler mi?" diye sormadı işini severek yapan garson kıza.
 "Normal mi böyle nasıl da güzellerken dallarından kopup önüme düşüvermeleri?" Onu da sormadı.
Başına düşen acemborusunu, evirdi çevirdi narince. Dosdoğruca masaya düşen çiçeği,  paketlenmiş kesme şekerlerle dolu yuvarlak kasenin hizasında özgür bıraktı. Ona dokunmayacak.
Yeşil gözlü  garson kız, elinde adisyon kağıdıyla müşterisinin karşısına geçip içtenlikle gülümsedi. Çok açık, incecik bir sesi vardı:
"Bir çay daha ister misiniz arkadaşlarınız gelmeden?"
"Çipet çipet çitalinka dizelerini anımsatıyorsunuz bana," diyemedi garson kıza. Bir münasebetsizlik etmekten çekindi.
"Olur," deyip ekledi:
 "Neden olmasın?"
Arkadaşlarını beklemese ne olur? Şimdi şu son çayı da içip kalkıp gitmek lazım gelmez mi? Kalkıp gitmezse, biri başına diğeri masaya düşen şu iki acemborusunu anlatmadan duramayacağına göre kaçacak tüm keyfi bugün!  Bulduğu ilk fırsatta "Bakın ne güzeller acemboruları,"diyecek. Masanın birazdan gelecek iki davetlisi  kısaca onaylayıp bu yargıyı kestirip atacaklar ve devam edecekler hayat gailelerini anlatmaya...Oysa doğanın cömertliği üzerindedir bugün; bu henüz hiç solmamış kocaman kırmızı- turuncu acemboruları görmezden gelinmez bir yaşama arsızlığı düşürüvermişlerdir burnunun dibine.  Kalkıp gidilmese de, bu gölgelik yerde saatlerce yapayalnız oturulmalı ve dünya hayranlıkla izlenmelidir. Bugün acemborularılarına adanmalıdır...
Sokağın başında, anlatacak çok şeyi olan bir arkadaşın telaşlı ifadesi belirdi.  Öyleyse şimdi ne olacak?  Ona yüz çevirmeyeceğine göre, içi sıra giden bir iç monogla birlikte diyaloglar mı idare edecek? Asıl belleğinde yorduklarını  yüksek sesle dile getirdiğinde, dile getirmezden önce kalbinde uyanmış pırıltıların sönmesi endişesi onu susturacak mı? Öyle ya! Öğrenmeli pırıltılar, aydınlamalar, keşifller sönmesin diye suskunluğu. Öğrenmeli içinden adamakıllı konuşmayı.
Anlatmayacak acemborularını. Bu kez yalnız soruları değil bulduğu yanıtları da kendine saklayacak.

1 yorum:

  1. aslan ağzı derler bizim orada bu çiçeğe. belki de demezlerdi tam emin değilim ama yazıyı okurken o çicekler canlandı gözümde. ben konuşurdum küçükken o çiçeklerle. arkasından iki parmağımla ağız şeklini verebilirdim. keşke acem borularınında ağızları olsaydı da iç monolog olarak kalmasaydı bu hikaye...

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...