4 Ağustos 2010 Çarşamba

DİYALOG İÇİ MONOLOGLAR

"İyi niyetli... Yetmez.
 Ödün? Bedel?
 Samimiyetle kaygılanıyorsa, canhıraş bağırışları ikna içinse, kalsın!...
Bütün bunları sonra düşünelim..."
"Ne düşünüyorsun. Hadi yaz!" diyorum.  Defterime işte bunları, yukarıdakileri yazıyor.

 Güzel bir genç kız...Işıl ışıl, narin.  Evdekilere hediye ettiği yaşamını yeniden eline  almanın düşünü kurmayı gözü kesmiyor önceleri.
"Bu zekanla nasıl teslim olursun başkalarının belirlediği sınırlarda yaşamaya!" diyorum. Aniden bir karar versin de her şeyi ters yüz etsin diye tahrik ediyorum.
"Ne yani? Yapabileceklerini sen değil başkaları mı tayin ediyor? Ben senin böyle bir kız olduğunu hiç hatırlamıyorum."
Yüzüne yerleşmiş bu hüzne, gencecik bir yaşta bulutlanmış gözlerine içerliyorum. Bu hüzün ve bulut bu kadar erken yerleşmemeli diye sürdürüyorum onu rahatsız etmeyi.
Ne söylersem söyleyeyim o yalnız sitem ediyor yıllara, aylara, günlere. Fakat "genç" damarı daha fazla dayanmayı reddediyor ve gizlediği öfkesi yavaş yavaş su yüzüne çıkıyor. Bir kaç saat  sonra sitemleri zehir gibi sözlere dönüyor. Kendisine yapılan haksızlıklara kızıyor, alınıyor, darılıyor... Evdekiler...Sonra hepsine gülüyor,  yine tesellisini kendi veriyor.
 "Onlar da haklı kendilerince, değil mi ya?"
Başka şeylerden konuşuyorum artık. Kendimi anlatıyorum. Gülüyor, aklı dağılıyor. Ama kendini özlüyor ve durduruyor beni. Yeni kendini anlatmaya koyuluyor.
". Bir şeyler yapmayı deneyebilirim. Bu benim hayatım ve onu dilediğim gibi yaşamalıyım. Fakat sessiz olmak lazım. Gürültü koparmak istemem 'ev'de... Nasılsa ne istersem isteyeyim karşı çıkılacak. 'İyiliğim için'... "
Yeni karalar alıyor, planlar yapıyor konuşurken. Kendisi de şaşırıyor.  Konuşmak sadece karşımızdakini bilgilendirmek için değildir ki. Sıtma gibi her yerimizi sarmış dertlerimizden arınmak niyetiyle bir dosta söylediklerimiz de değildir yalnız . Bazen kararlar da aldırır bize kendi konuşmalarımız, monologlarımız... Konuşurken dünya kadar yenilik buluruz iç dünyamıza dair yaşama dair, başkalarına dair...

Kendisini gücendirenleri anlatırken bakışları başka başka yerlere  göç ediyor. Saksının dibindeki toprağa, oturduğumuz kafenin bahçe duvarına, yerdeki karolara, arkamdaki ağaçlara, elinde tuttuğu çay bardağına...
Evdekileri anlatıyor yine... "Kendilerine göre haklı" olduklarını yineliyor; kızmaktan vazgeçiyor onlara. Hep sakinleşiyor, öfkesi kısa sürüyor... Ama endişeye gerek yok. İçinde bir yerlere kendisinin de haklı olduğu bilgisi sızıyor ılık ılık nasılsa! Alacak yaşamını yeniden eline. Çatık kaşlarından, gülen yüzünden, hüzünlü kırgın gözlerinden okunuyor bu inanç.

Yumuşuyor yüzü, ayrılırken. Gülüşleri kahkahaya evriliyor. Zikzaklarla yaşama cesareti var onda! Koca bir derdi elinde un ufak edip yoluna devam eden denizcilerin  erdemi var. 41 derecelik bir pazar Ankara'sında genç yüzü pırıl pırıl...

Sonrasını bilmiyorum. Bekliyorum.

2 yorum:

  1. Hiçbirşey yapmayacak gibi geliyor bana.

    YanıtlaSil
  2. "Koca bir derdi elinde un ufak edip yola devam etmek! Zikzaklar..."
    Zamanın şifalı elleri. Biliyorum, dağıtır gözlerindeki bulutu. Başkalarının huzuru için duvarları yumruklamayı bırakır, biliyorum. Çünkü vaatkar olmasa da sözü var zamanın. Çünkü her aralık fikrinde mis gibi açan sözleri var, çoğu kez kahverengi sıralardan, bir kez de doyasıya bir pazar Ankara'sında uzun uzun esriklikle dinlediğinin.

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...