Isırdı taptaze başak tanesini. Diliyle taneyi kabuğundan ayırdı. İçindeki yeşil, rayihalı tohumu çiğnedi ve dağıttı tohumun sarhoş edici tadını ağzının en derinlerine.
Sık dizilmişlerse de başaklar, görünüyor aralarından tarla kenarına serilmiş kırmızı kilim, kırmızı kilimin üstündeki pazar çantası, pazar çantasının içindeki yufka ekmek, yufka ekmeğine sıkıca sarılmış keçi peyniri...
Bu acı toprak kokusu, bu hışırdayan yerkabuğu, bu ev sahibi güneş, ırak tutuyor tarlanın ortasına bağdaş kurup oturanı kırmızı kilimden, pazar çantasından, yufka ekmeğine sarılı keçi peynirinden.
Aceleye gerek yok. Uzanmalı şimdi. Eller baş hizasında birleştirilip yastık edilmeli. Çekirge sesleri cıırcır böceği seslerine karışmalı, hepsine yaslanıp uyunmalı. Umurunda değil ki hiçbiri! Hiçbiri? Ne cıvıl cıvıl sahilleriyle engin denizler ne teleferikle emeksiz çıkılan karlı dağlar...Bu tenha başak tarlasında onun huzuru: Fısıldaşan başaklar, nefes alan toprak ve yalnız yerde uzanana ait ılık bir güneş.
Monologlar bitti sandım ama bu da en az monologlar kadar güzeldi...
YanıtlaSil