7 Şubat 2011 Pazartesi

SAKARYA'DAKİ SESSİZ DOSTLARIMIZ/AHŞAP HEYKELLER

 Heykellerin tartışılması değil  kentle birlikte yaşaması gerekir. 2010 yazında Ankara Sakarya Meydanı'nda 17. Zühtü Müridoğlu Ahşap Heykel Sempozyumu  düzenlenmiş;  Japonya'dan Masatada Katsuki, Portekiz’den Filomena Almeida, Avusturya’dan Maria Elisabth Mayrl, Başkent Üniversitesi’nden Bora Türkan, Kocaeli Üniversitesi’nden Nevzat Atalay ve bağımsız heykeltıraş Erdal Duman’ın bu sempozyum atölyesinde doğan heykelleri Sakarya'nın dört bir yanında yükselivermişti.
Kimilerimiz her gün kentin bu sessiz tanıklarının önünden geçiyor, kimilerimizse varlıklarından bile haberdar değiliz.  
"Sanatın anlamı nedir?" sorusu ülkemizde belki en çok heykel sanatına yöneltilir. Bir heykelin nerede durduğu, neden o yerde sergilendiği  sorgusu kimi zaman kalplerimizi incitse de biz biliyoruz ki kent yaşamının vazgeçilmezidir heykeller.
Kentler birbirine hiç benzemeyen insanların birlikte yaşayabildiği yerlerdir. Tüm farklılıklarımıza karşın birbirimizle iletişim kurabildiğimiz, ortak yaşam alanlarını paylaşabildiğimiz demokratik yerleşkelerdir. Belki de bu yüzden kentlerde yükselen heykeller çok "sarsıcı", çok "tuhaf", çok "anlaşılmaz", çok "uzak" gelebilmelidir bize. Sarsıcı, tuhaf, anlaşılmaz, uzak olmalarına karşın bizce benimsenmeleri ve sevilmeleri bizim birbirimize bakışımızı da değiştirmez mi?  Onları sevmeye başladığımızda birbirimizi de daha çok sevmez miyiz?  
"Güzellik" sanatın öncelikli amacı; ancak güzellik göreli.. Eskiler gönül gözü kapalı derler; çoğumuz heykellere bakmayı bilmiyoruz. Bir heykel ancak bizim için çok önemli bir kişinin temsili olduğunda değer kazanıyor; eğer sergilenen bizim sevmediğimiz bir kişiyi temsil ediyorsa da bizi çok rahatsız ediyor. Oysa çağdaş heykel sanatı kişilerden öte kavramları, olguları, duyguları, düşünceleri tartışıyor, tanımlıyor.  Tanımadığımız kavramlara, duygulara, olgulara düşmanlığımız ne kadar sürmeli?
 Yukarıda yer alan kadın heykelinin önünde bir çanta var. Çalışan, güçlü bir kadın dimdik karşıya bakıyor. Bu size neler çağrıştırıyor?  Ya da aşağıda biri uzun diğeri kısa iki adam sizce de çok iyi arkadaş olmamışlar mı?

Peki, bir akşam vakti fotoğrafını çektiğim şu aşağıdaki bir masaldan fırlamışçasına neşeyle gülen düşsel varlıklara ne demeli? Kentin tekdüze akışına nasıl da kafa tutmuşlar!

Sakarya'da bir heykel daha var ki onun fotorafını çekemedim çünkü çok yüksekte kaldı: Bulutların üzerine oturmuş küçük bir kız...
Sanat, sergi salonlarına sıkışıp kalmayıp kent sokaklarına yayılmalı. Resim, müzik, edebiyat, heykel...  Kentin kucağında  hepsine yer var yeter ki biz onlara kollarımızı sonuna kadar açalım. Sanat bizi özgürleştirsin, biz birbirimizi özgürleştirelim. Özgürce sevmeyi öğrenmek bu çağda bu kadar zor olmamalı.
Not: Sakarya'da yalnızca sözünü ettiğim heykeller yok; çok daha fazlası var. Görmeyenler zaman kaybetmeden gidip görmeliler; görenler ise bir dahaki sefere önlerinden geçerken onlara daha çok gülümsemeliler...






2 yorum:

  1. İçine tükürülebilen bir sanat.
    hele ki bu heykeller sakarya gibi bir kentte olursa tüküren de çoktur ya, bakmayın siz o heykellerin orada durduğuna. Seksenli yıllarda kültürel aydınlanmanın tavan yaptığı o güzelim dönemlerde bile bu tür saldırılar olurdu ama 2011 yılında Türkiye cephesinde yeni birşey yok.

    YanıtlaSil
  2. ''eskiler gönül gözü kapalı derler; çoğumuz heykellere bakmayı bilmiyoruz''

    bunca zaman önlerinden geçip anlamsız gözlerle süzdüğüm heykellerdi bunlar. dün, içlerinden birinin önünde durup uzun uzun baktım.

    galiba haklıydılar.

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...