3 Aralık 2020 Perşembe

Hamlet: Bana Düşmez Olaydı Dünyayı Düzeltmek















Harold Bloom, dünya edebiyatının en önemli yazarının Shakespeare olduğundan emindir. Başka bir yazara/şaire ait çok iyi bir metin okuduğumda onun yanılabileceği düşüncesine kapılıyorum. Gelgelelim bir Shakespeareoyununu ilk kez ya da yeniden okuyana kadar sürüyor bu tereddüttüm: Bloom haklı.  İyi de, neden ? Kristeva, yazınsal metinlerin çok anlamlılığının ve başka metinlerle ilişkili olmasının metnin değerine çok  katkı yaptığını söyler. Metinlerin anlamsal bakımdan işlevselliği artırdıkça kalıcılığı ve referans olma özelliği artar.  Shakespeare belki de üzerinde en çok konuşabildiğimiz yazardır. Söz gelimi imkansız aşk (Romeo ve Jüliet), vefasız evlatlar (Kral Lear), kıskançlık (Othello), ihanet (Julius Caesar)ve daha nice insanlık halinin yazınsal bağlamı en çok Shakespeare ile açıklanır.  
Hamlet, büyük günahlardan biri sayılan öldürmek üzerine kurulmuş bir yapıttır. Üstelik yalnızca öldürmenin günah oluşuyla değil bu eylemin bellekte yer edişiyle (vicdan azabı) ve sonuçlarıyla  (intikam) da ilgilenir. Temelde dinsel bir terimse de ‘zararlı iş’ anlamını kazanmış bir sözcüktür günah. Günah işlemek, işi yapanla birlikte bu işe şahit olan ya da buna alet olanlara da acı çektirebilir.
Hamlet, bir gece, kale burçlarında babasının hayaletiyle karşılaşır ve hayalet ona ‘bir cinayete kurban gittiğini’ söyler. Kral Hamlet, kardeşi Claudius tarafından zehirlenerek öldürülmüş ve böylece Claudius öldürdüğü kardeşinin yerine yeni kral olmuştur. Üstelik kardeşinin karısı olan Kraliçe Gertrude ile cinayetten iki ay sonra evlenmiştir. Oğul Hamlet, bu gerçeği öğrenince amcasından intikam almak üzere bir plan kurar. Aslında genç adam gerçeği öğrenmeden önce de rahatsızdır. Annesinin yas tutmayı bırakıp hemen evlenmesine içerlemiştir. Alelacele yapılan bu işi “Cenaze sofrasında sıcak yenen yemekler /Düğünde soğuk verildi (s. 15)” diyerek özetler. Kraliçe, belleğinden eski kocasını çoktan silmiştir. Oğlu Hamlet’e söylediği “Gözlerin hep böyle çevrilip yere/Toprakta aramasın değerli babanı. Her yaşayan ölür, sonsuzluk hepimizin sonu/Olağan bir şey bu (s. 12) sözleriyle maktulün yokluğuna ne kadar çabuk alıştığını, oğlunun da kendisine katılmasını ister. Bazen insan bir yanlışı yaptığında başkalarının onu çarçabuk onaylamasını ve böylece yanlışının üstünün örtbas edilmesini ister. Belli ki Kraliçe Gertrude belleğinde anılar tutmak yerine zamanını yeni başlangıçlar için kullanmaktadır. Yas, sevdiğimiz kişileri kaybettiğimizde belleğimizin onun yokluğunu yavaş yavaş kabullenmesi için gerekli ve sağlıklı bir süreçtir. Bu süreç uzun yıllara yayılırsa belki melankoli gibi rahatsızlıklara yol açabilir; fakat bu kadar kısa sürede yeni eşin kollarına atılmak pek çok kişiye gaddarlık gibi görünür. İşte Hamlet bu gaddarlığı karşısında annesini günahkâr bir kadın olarak ilan eder. 
Hamlet, amcasını yeni babası olarak görmeyecektir. “Yeğenden biraz fazla, oğuldan bir hayli az… (s. 12)”diyerek nereye koyacağını bilemediği yeni krala sempatisi hiç yoktur. Kardeşinin yasını tutmayışına hayret ettiği bu adama, amcasına, annesiyle evlendiği için de öfkelidir. Oysa Kral “Akla en uygun gelen şeydir babaların ölmesi (s.11)” sözleriyle ölümün akla yatkın olduğunu; bu yası uzatmanın Tanrı’ya karşı gelmek olacağını söyleyerek Hamlet’i yola getirmeyi umar. Ölüm doğaldır ve insanın ölümlü olduğu düşünülürse tabii ki akla yatkındır ancak bu, akıllıca olan şeylerin acı vermeyeceği anlamına gelmez. Öyle olsaydı aşkta reddedildiğimizde dünyaya küsmez, dostun ihanetinde sarsılmaz, kutsal saydığımız bir amaç için yola çıktıklarımız tarafından yalnız bırakıldığımızda düş kırıklığına uğramazdık. Oysa bunların hepsi yaşamda başa gelebilecek işlerdir. 
 
Öldürülen kralın hayaletinin duygu durumunun ‘saldırgan bir düş kırıklığı’ olarak adlandırabiliriz.  Biricik yaşamı elinden alınmış olan bu zavallı adam, katilinin cezalandırılmasını istemektedir. Bunu yapabilecek tek kişi ise oğlu Hamlet’tir. Hayalet, oğlunun intikam duygusunu diri tutmak için bir şey söyler ve bu söz Hamlet’in parolası olur: “Tanrı seninle olsun/ seninle olsun yüce Tanrı/Sen de unutma sakın beni! (s.32)”.
 
Malum, intikamın acelesi yoktur. Yeterince sabırlı olamayanlar ya da kin tutmayı bilmeyenler haksızlıkların hesabını da soramazlar.  Hamlet, gerçeği öğrenir öğrenmez koşa koşa gidip amcasını öldürmez, titiz bir plan yapar. İşine yarayacak kişileri de planına katarak (Horatio ve Marcellus), kendisine göre en uygun gördüğü zamanlamayla alır babasının intikamını. Ophelia’ya aşık, sanata düşkün bu genç adam, doğasına pek de uymayan bu zor görevi kendisine sık sık hatırlatmak zorunda kalmaktadır:  
 
“Bense ne yapıyorum ben?/ Ben uyuşuk, ben pısırık, aşağılık herif,/Bulutlarda sürtüyor, dalga geçiyorum,/Ne yapacağımı bilmeden, ağzımı açmadan, açamadan./Oysa koca bir kral var ortada,/Tacına tahtına, güzelim canına/Kahpece, kalleşçe kıyılmış bir kral!/Korkağın biri miyim yoksa ben?/Alçak diyen yok mu bana?/Bir tepeleyen yok mu beni? (s. 66)”.
 
Başarılı bir asker olsa da intikam hırsına düşmek ve entrika çevirmek aslında Hamlet’e göre değildir: “Çığırından çıkmış bir zaman bu. Ey kör talihim benim! Bana düşmez olaydı dünyayı düzeltmek (s. 37)”.  Sinsi planlar yerine dürüstçe kendini anlatmayı seçenler, entrika kurmayı küçültücü bulurlar. Oysa bazen insan, doğasına uymayan eylemleri başkaları uğruna yapar. Kendileri için değil ama çocuklarının geçimi için patronun zulmüne eyvallah diyen kadınlar ve erkekler de öyle değil midir? Bir yanlışa yol açmamak ya da bir yanlışı gidermek için başka bir yanlışı daha yapmak zorunda olmak trajedi değil de nedir?
 
Hamlet bir gece yarısı annesine gerçekleri anlatır. Amcasıyla kısa sürede evlendiği için onu suçlar, aşağılar. Kral Claudius’un eski kocasını öldürdüğünü öğrenen Kraliçe Gertrude, utanç içindedir. Kraliçe böyle bir günaha alet oluşuna hayret eder. “İçimin derinlerine çevirdin gözlerimi,/Öyle kara, öyle yoğun lekeler var ki içimde/Silinir, yıkanır gibi değil (s.101)” diyerek Hamlet’in intikam planına dâhil olur. Kocasının yasını tutmadan onun kardeşiyle aynı yatağı paylaşmış olma düşüncesi ilk defa ona büyük bir günah gibi görünür; çünkü ardında bir cinayet gizlidir. Yanlış kişilere güvendiğimizi anladığımızda, büyük bir yanlışa başkaları yüzünden sürüklendiğimizi gördüğümüzde yaşadığımız hayret, umutsuzluk ve sarsıntının tarifi yoktur. Suça ortak olmak, suçu sorgulamamak, yalnız kendi rahatını düşündüğü için başkalarının hakkının gasp edilmesine rıza göstermek de en az suçu işleyen kişi kadar bizi de suçlu kılmaz mı? Güçlü kişilerin gölgesinde rahat yaşamak isteyenler, bazen gücün yarattığı adaletsizliklere de göz yummaları gerektiğini bilirler mi?
 
Nasrettin Hoca’nın sorduğu ‘Hırsızın hiç mi suçu yok?’ sorusuna yanıt aramak için katil kral Claudius’a bakalım. Onun işlediği günah ona rahat vermiş midir? Bir süreliğine yeni kral mutlu mesut yaşamıştır elbette sarayında. Ancak ne zaman ki yeğeni Hamlet’in cinayeti öğrendiğini anlar, günü gecesine karışmaya başlar. Bir insan bile bile yanlış bir iş yapar mı? Bunu kendine nasıl anlatır? Kant’ın ahlak yasasında, insanın özünde neyin doğru neyin yanlış olduğunun bilindiği iddiası vardır. Peki, bir insan yanlış yaptığını ne zaman anlar? Bu fark ediş; bellekte kayıtlı olan günah anısının, eyleyenin yeni bilgi ve deneyimler doğrultusunda bu anıyı yeniden değerlendirmesiyle gerçekleşir. Bir zamanlar ebeveynlerine kötü davranan bir genç, olgunlaştıkça geçmişte onlara yanlış yaptığını düşünebilir. Hemlet’in planının bel kemiğini oluşturan ve işlenen cinayetin pantomim olarak sergilendiği tiyatro oyunundan (Gonzago’nun Katli) sonra Claudius kendini dışarıdan görme fırsatına erişir. Orayı terk ederek odasında Tanrı’yla hesaplaşır. Bu müthiş tirat neredeyse göz yaşartıcıdır:
 
“Ah, bir leş benim suçum, gökleri tutuyor kokusu;/En eski lânet, ilk kardeş kanı var içinde./Dua edemiyorum, ne kadar istesem de,/Günahım ağır basıyor dua isteğimden./İki işten birini seçemez olunca/İkisini de yüzüstü bırakanlar gibiyim./Nedir bu? Şu kırılası ellerin üstünde/Kardeş kanı bir parmak kalınlığında da olsa,/Hiç bir yağmur, hiç bir rahmeti göklerin/Yıkayamaz mı, bembeyaz edemez mi bu elleri?/Rahmet neye yarar bir suç olmazsa silinecek?/İnsan iki şey beklemez mi dualarından:/Günah işlememek, işleyince de bağışlanmak./Kaldır öyleyse başını: Bir günahtır işlemişsin./Kaldır, ama hangi duaya sığar senin yaptığın?/Bağışla bu korkunç suçumu, diyebilir miyim?/Diyemem, çünkü bende, elimde duruyor hâlâ./Uğrunda kardeşimi öldürdüğüm şeyler:/Tacım, krallığım ve kraliçem./Nasıl bağışlanır suçunu başında taşıyan?/Çamurlu, pis yollarında bu dünyanın/Altın dolu eller adaleti yanıltabilir;/Kanunları satın aldığı çok görülmüştür/Cinayet kanlarına bulanmış kazançların./Ama yukarda, alavere dalavere yok yukarda,/Ne yaptıysan tıpatıp onu bulursun yukarda./Orda tepeden tırnağa, bütün suçlarımızı/Ortaya dökmek zorundayız./Ne yapmalı öyleyse? Ne kalıyor yapılacak?/Suçluyum demek, diyebilmek, evet, büyük şey bu,/Ama günah çıkarmak neye yarar,/Pişman olmaz, yaptığından dönmezse insan?/Ah, iğrenç kaderim, ölümden karanlık kaderim benim!/Çamurlara batmış zavallı ruhum benim,/Çırpındıkça batan, battıkça çırpınan ruhum!/Melekler, kurtarın, kurtarmaya çalışın beni!/Bükülün, bükülmek bilmeyen dizlerim!/Siz de, ey çelik telleri katı yüreğimin,/Yumuşamayın yeni doğmuş çocuğun sinirleri gibi./Kim bilir, bir şeyler değişir belki (s. 95-96)”.
 
Shakespeare’in yazarlığı mı şairliği mi ne derseniz deyin, Claudius’un vicdan azabını yansıtan bu dizeler bizi tam kalbimizden vurmuyor mu? Bu tirat gözümüzde onu bir caniden çok zavallı günahkâra çevirmiyor mu? Şu sözlerden günahı işleyenin hatasını anladığında dünyanın başına nasıl da birden yıkılıverdiğini anlayabiliyoruz. Anlamak acı, cehalet mutluluk verir. Düşünen insan, belleğindekileri yeni öğrenmelerle gözden geçirmek marifetiyle yaşam boyu kendiyle hesaplaşır. Belleğindekileri yalnız kin tutmak için tutanlar ise yaptıklarının yanlış olduğunu bile düşünmezler. Claudius bir tiyatro oyunuyla ‘anla’mıştı hatasını. Belki sanatsız kalan kötülerin, anlama konusunda şansı hiç olmayacaktır. İşte bu yüzden Hamlet gibiler çıkacaktır ortaya. Sanatla, bilgiyle, felsefeyle dönüştüreceklerdir insanları; değiştireceklerdir dünyayı. 
 
Dostoyevski’nin Raskolnikov’u canice yaşlı iki kadını baltayla öldürmüş; Sonya ile tanışınca da bu yaptığının yanlış olduğuna ikna olmuş ve suçunu polise itiraf etmişti.  Pişman olan Raskolnikov’u böylece affetmiştik, içimizde tümüyle sönmeyen bir sızıyla. Oysa Camus’nün Yabancı’sındaki Mersault bazılarımızın hep sinirini bozdu. Bu ruhsuz adam, hangi felsefi iddialarla donatılarak yaratılmış olsa da yaptıklarından pişmanlık duymadığı için gözümüzde sevimsizliğini korudu. Yanlışını gören insanın vicdan azabı yaşayacağını, bellektekilerin yeniden değerlendirilmesiyle suç işleyenin acı çekeceğine yönelik izlenimler bırakan edebiyat yapıtları toplum sağlığına iyi gelir demek herhalde yanlış olmaz. Edebiyat bizi arındırır; yanlıştan alıkoyar. Bazılarımıza da güç verir edebiyat. Kendimiz için yapamayacağımız fedakârlıkları ya da gözü karalıkları başkaları için yapmayı düşündürür. Evet, belki bugün bir cinayetin bedelini gidip katili öldürmekte aramıyoruz; ama suç işleyenlerin cezalandırılmasını ve başkalarının bu suça özendirilmemesini sağlayıcı önlemler alınması için mücadeleler veriyoruz.  Toplumda işlenen günahlara ortak olan, ses çıkarmayan insanın halini Shakespeare, unutulmaz Hamlet tiradıyla nasıl da gösteriyor:
 
“Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! /Düşüncemizin katlanması mı güzel, /Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, /Yoksa diretip bela denizlerine karşı /Dur, yeter! demesi mi? /Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız /Bitebilir bütün acıları yüreğin, /Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. /Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! /Çünkü o ölüm uykularında, /Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, /Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. /Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden. /Kim dayanabilir zamanın kırbacına? /Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, /Sevgisinin kepaze edilmesine, /Kanunların bu kadar yavaş  /Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine. /Kötülere kul olmasına iyi insanın /Bir bıçak saplayıp/göğsüne kurtulmak varken? /Kim ister bütün bunlara katlanmak /Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek. /Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, /O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya /Ürkütmese yüreğini? /Bilmediğimiz belalara atılmaktansa /Çektiklerine razı etmese insanı? /Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: /Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor /Yürekten gelenin doğal rengini. /Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar /Yollarını değiştirip bu yüzden, /Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar (s.70)”
 
İnsan yanlış yaparak büyüyor. Çocukluğumuz, gençliğimiz, yetişkinlik çağımız kendimize, başkalarına yaptığımız hatalarla dolu. Kendimizden başkasını düşünmediğimiz anlar, yanlış olduğunu bildiğimiz halde ses çıkaramadıklarımız, doğru söylediğini bildiğimiz halde yalnız bıraktıklarımız, istemediğimiz şeyleri korkudan yapmalarımız… Günahımız çok. Kimse Claudius, Gertrude olmak istemez. Pekiyi, Hamlet olmak kolay mı? Tek başına ve sabırla ayakta kalmak ve onurluca ölmek… Shakespeare beş yüz yıl önce, belleği günahlardan arındırmak değil bellekteki günahlarla yüzleşmenin onurunu anlatmıştır Hamlet'le. 

Not: Üstteki fotoğraf, Londra’da National Live Theatre’da sahnelenen ve kapalı gişe oynayan "Hamlet"ten bir  kesit. Muhteşem performansıyla Benedict Cumberbatch, Hamlet'i oynuyor. 

Not: Bu yazı, 2019'da altZine Sonbahar 2019 "Hafıza-Günah" sayısında yayımlanmıştır. 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...