29 Kasım 2015 Pazar

ANKARA “CİDDEN” ÇOK EĞLENCELİDİR


Ankara’nın adı çıkmış; gri, sıkıcı, beyaz yakalılar kenti.... Bu söylenenlerin doğruluk payı yok değildir. Ancak geçmişten beri eğlenceli bir kent olmak için çok uğraştığı da gözden kaçmamalıdır. Devlet kurumlarıyla iç içe bir kent ne kadar eğlenebilirse o kadar eğlenir bu kent.
Ankara’nın başkent olmasıyla başlayan modernleşme öyküsü, onun eğlence anlayışını da belirler. Ankara’nın modern eğlence tarihi çok uzakta değildir, daha dünle yani 1920’lerle başlar. Onun öncesinde Ankara’nın kendi halinde bir yerleşim yeri olduğunu hepimiz biliriz.
Kent merkezi 1923’ten 1950 ‘ye kadar Ulus’tu. Bunun nedeni Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Meclis, Sümerbank gibi devlet binalarının Ulus’ta olmasıdır. 1950’den sonra ise kent merkezi şimdi Kızılay dediğimiz Yenişehir’e doğru kayar. Bu semte zamanla bu adın verilmesinin nedeni ise buraya Kızılay binasının yapılmasıdır; 2011’de Kızılay binasının yerine çok katlı bir AVM yapılmış olsa  da neyse ki semtin adı aynı kalır. 1980-2000 yılları arasında Ankara’nın kalbi Çankaya-Gaziosmanpaşa’ya kayar. 2000’den sonra ise Çayyolu eksenli yeni bir kent merkezi oluşumundan söz edilir. Kent merkezinin sürekli yer değiştirmesi  insanların biribiriyle etkileşim biçimini değiştirdiği gibi Ankaralıların  ürettiiği eğlence anlayışının da gelenekselleşmeyip sık sık değişmesine neden olur.
Batılılaşmayı seçen Türkiye Cumhuriyeti, Batılı eğlence anlayışını da tanımaya çalışır. Bu süre zarfında ülkenin lideri olan Mustafa Kemal en baştaki rol modeldir. Onun öncülüğüyle başlatılan cumhuriyet balolarında, kadın erkek dans etmeyi dener. Seçkin ailelerin genç kızları, delikanlıları bu balolara ebeveynleriyle katılır, müzik dinleyip dans ederlerdi.
Milletvekillerinin, sanatçılarının, memurların gitmesi için Ankara’da açılan ilk lokanta-gece kulübü Ulus’taki Sümerbank binası olarak bilinen yapının yerinde bulunan Taşhan’ın iç avlusuna bakan Şehir Lokantası’dır. Sahibi Bolşevik İhtilalından kaçıp ülkemize gelen Juri Georges Karpovitch’tir. Karpovitch daha sonra Ulus’ta Merkez Bankası’nın yanına Karpiç Restoran’ı açar. 1950’lere kadar Baba olarak anılan Karpiç, Ankara’nın en gözde eğlence yeri olur. Müşteriler, yer ayırtma çabasına girmeden eşleriyle birlikte ya da yalnız başlarına akşam yemeğine buraya gelirler. Çünkü müşterilerin hepsi birbirini tanıyor, tıka basa dolu mekanın kapısından girenlere “Gelin, bizimle oturun” teklifinde bulunuyorlardı. Beyaz masa örtü vepeçeteleri, orkestra müziği, güzel yemekleriyle o devirde Karpiç’in rakibi yoktur. 1928’te Eski Meclis’in karşısına açılan Palas oteldeki bütün çalışanları  Fransız’dır. Söylenilenlere göre burada Avrupa’nın bütün yemeklerini, ünlü şarap markalarını, Bomonti birasını, Erenköy – Çankaya – Kavaklıdere şaraplarını, Karahisar madensuyunu bulmak mümkünmüş. Orta düzey gelirli Ankaralılar ise özel günlerde Karaoğlan Mahallesi’nde bulunan Zevk, Smyrna, Lezzet, Yıldız, Gümüş Kepçe lokantalarına Türk mutfağının yemeklerinden tatmaya giderler.  Ankara, pastanelerle de bu dönemde tanışır. Atatürk Bulvarı’nın üzerinde açılan Özen, Kutlu adındaki pastaneler,  sokağa kadar taşrıdıkları masa sandalyelerle bugünkü açık havayla temas eden kafelerin temelini atarlar.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında halka açık, ücretsiz pek çok eğlence ortamı yaratılmıştır. Çağdaş Türkiye’de ulaşılmak istenen şey, yaşamayı seven, açık görüşlü, eğlenerek dünyayı seven ülke insanları yetiştirmekti. Bu nedenle yoksul halkın çabucak ulaşacağı eğlence ortamları tasarlanmaya özen gösterildi. Çabaların boşa gittiği söylenemez. Pembe Köşk’ün önünde yapılan at yarışlarına halkın ilgisi her zaman çok yoğun olmuştur. Ulus Meydanı’nın yakınındaki Millet Bahçesi’nde çalan hafif batı müziğiyle gençler dans ederlerdi. Memurlar da iş çıkışında Anafartalar’da yürüyüş yaparlar, eve gitmeden önce bir kahveye oturup bir şeyler içerlerdi. Bugün dolmuşlarla, düzensiz yapılaşmasıyla kaotik bir görünümü  çizen Bentderesi’nde geçmişte Cumhuriyet Bahçesi bulunurdu.  Yine Hamamönü'ndeki bayram yeri de eski Ankaralıların gezip dolaşmaya, çocuklarıyla koşup oynamaya gitikleri bir yerdi. 1925 yılında ise koca bir bataklık Mustafa Kemal’in talimatıyla yemyeşil hale getirilerek Atatürk Orman Çiftliği kurulur. Böylelikle çorak bir kasabadan başkente dönen  Ankara’ya uçsuz bucaksız bir mesire yeri kazandırılır. Genç kızlar ve genç erkekler AOÇ’de ata binerler, yürüyüş yaparlar, top oyanarlar. Yakın zamana kadar Ankara’da geçirebileceğiniz en sakin hafta sonu seçeneklerinden birisi AOÇ’ye gidip bir şeyler yemek, yürüyüş yapmak ve TİVMAŞ’tan alışveriş yapmaktı. 1930’larda Ankaralıların piknik yapmak için seçeneği az değildir. Örneğin İncesu deresinin yakınları, Çubuk barajı...Varlıklı Ankaralıların ise bugün apartmanlarla, işyerleriyle dolu olan Çankaya, Dikmen, Keçiören, Ayrancı, Etlik’te bağ evleri vardı.
1930’larda insanların rahatça gezip görmeleri için toplu taşıma seçenekleri oluşturulmaya çalışılır. Örneğin otomobillerin rahatça ulaşım sağlaması için geniş bulvarlar yapılmış ve yollar asfaltlanmıştır. Böylelikle Cebeci, Kızılay, Ulus, İstasyon, Etlik arasında otobüs işletilmeye başlanmıştır. İnsanlar toprak yoldan asfalt yola geçerek, otobüs kullanarak evlerinden ya da işlerinden çıkıp gezmeye gitmeye başlamışlardır.
1930’lardan 1960’lara kadar meyhane kültürü Ankara’da devam eder. Meyhane deyip geçmeyin, buralarda Türk edebiyatının iki önemli şiir dönemeci yani I. Yeni (Garip) ve II. Yeni şiiri doğar. Cemal Süreya’nın “17 Dergi batırdım. İşte Papirüs, üç kez batırdım.” dediği Papirüs dergisinin kuruluşu 1960’ta Ankara’da gerçekleşir; derginin  her sayısı iki yaprak halinde çıkar. Turgut Uyar, Cemal Süreya, İlhan Berk şiire Ankara’da başlarlar; yazdıklarını birlikte yiyip içtikleri kahvelerde, meyhanelerde paylaşırlar. Onlardan önce 1930’larda Orhan Veli,  Ankara Erkek Lisesi’nden arkadaşları Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’la Garip şiir geleneğini başlatır Ankara’da. Yani siz bakmayın griliğine, durgunluğuna; Ankara insana fena halde şiir yazdıran bir kenttir. Orhan Veli’nin en sık gittiği iki meyhane Ulus’taki Kürdün Meyhanesi ile Anafartalar yokuşundaki Üç Nal’dır.  Kürtün Meyhanesi herkesin biribiriyle samimi olduğu, veresiye defteri tutulan, hesabı ödemeyi geciktirenlere garsonun servisi yavaşlattığı meşhur bir meyhanedir. Orhan veli’nin dışında meyhanenin müdavimleri arasında Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Ahmet Muhip Dıranas, Aka Gündüz, Cahit Sıtkı Tarancı, İlhan Berk, Nurullah Ataç, Çetin Altan ve Fikret Otyam vardır. Meyhane, şiire, yazıya ilk başlayan gençlerin de kendini gösterme yeridir. Ankara’nın entellektüelleri buraya geldiğinden burada sivil polis eksik olmazmış. Üç Nal lokantası ise dönemin Ankara’sında kadınların da gelip içki içebildikleri yerlerden biridir. “Kürdün Meyhanesi”ne devam eden yazar ve sanatçıların hemen hepsi buraya da gelir. Kadınlardan söz açıldı madem, Üç Nal’a Azra Erhat’ın, Cahide Sonku’nun da geldiğini söyleyelim.
1930’da Ankara’da sinema dönemi başlar. İlk sinema filmleri önce Taşhan’da izlendi sonra Yeni Sinema açıldı. İçinde Mustafa Kemal’e ayrılmış bir loca da bulunan bu sinema, 1956 yılında yıkılır. Yeni açılan TRT radyosunda fasıllar, tangolar, konçertolar çalmaya başlar. 1930’da bugün için şaşırtıcı olabilecek bir başka mekan Gar Gazinosu’dur. Avrupalı sahne yıldızlarının ve revü gruplarının sahne aldığı bu gazinoya yalnızca  kravatlı ve takım elbiseli erkekler ile şık giyimli bayanlar müşteri olarak kabul edilir.
1946’da açılan Gençlik Parkı Ankara’ya “deniz getirme” girişimlerinin ilkini oluşturur. 1950’li yıllara kadar hafta sonları Gençlik Parkı’nda halk, sandal ve plaj eğlenceleri yapardı. Gençlik Parkı, aynı zamanda halkın dönemin önemli müzisyenlerini ücretsiz dinleyebildiği bir yerdi. Aynı dönemde Dikmen’de buz pateni gösterileri yapılır, halk bu gösterilerin de takipçisi oldu.
1949’da Ankara Devlet Tiyatrosu, Büyük Tiyatro ve Küçük Tiyatro olmak üzere iki sahneyle perdelerini açar. Şinasi, Akün, Altındağ sahneleri daha sonraki yıllarda adım adım açılır. Devlet Tiyatorları Ankara’da bir gelenek oluşturmuştur. Yıllar içinde oyunculuk, yönetmenlik, sahne tasarımı gibi pek çok meslek Ankara’da derinleşmiş, çeşitlenmiştir. Şimdilerde sahnelerin birer birer kapatılması söz konusu olsa da bugün Ankaralılar tiyatrolarının izleyici koltuklarını ısrarla tıka basa doldurmaktadırlar.
 1950’lerle bütün ülkeyi etkileyen köyden kente göçler Ankara’yı da etkiler. Bu dönemde Ulus’ta pavyonlar, tavernalar açılır. Bu yerler Cumhuriyet Ankara’sının ideallerine uymaz. Dar gelirli, modern eğlence dünyasına yabancı, daha çok erkeklerin doldurduğu pavyon ve tavernalar, kentin devlet destekli çağdaşlaşma eğilimli kurgulanan sosyal yaşamını olumsuz anlamda değiştirir. Elektro bağlamayla söylenen türküler ve  arabesk bu mekanlarda dinlenen esas müzikleri oluşturur. Bu dönemde Gençlik Parkı’ndaki eğlence anlayışı da değişir, giriş ücretli hale gelir. Bunun anlamı halkın nitelikli eğlenme ortamlarına bundan böyle erişemeyecek olmasıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında nitelikli eğlenceyle iç içe olan halk artık kendi haline terk edilmeye başlanır. Kalabalıklaşan nüfusla birlikte kentte tüketim artar, daha fazla konut, işyeri planlamasıyla Kızılay, Maltepe ve Sıhhiye popüler semtler haline gelir. Bu yeni semtlerde hızla gerçekleştirilen yapılaşma ve bu şok yapılaşmanın içine eklemlenen restoran-eğlence mekanları doğar.
1960’lar tüm dünyanın Rock Müzik’ten etkilendiği bir dönemdir. Dolayısıyla bu dönemde Ankara’da rock müziğin dinlenebileceği mekanların da arttığı görülür. Bu dönem Ankara’daki “aile ile birlikte eğlenme” geleneğinin değişip “gençlerin tek başına ya da arkadaşlarıyla” eğlenmeye başladığı, anne babanın eğlencesiyle gençlerin eğlencesinin ayrıştığı bir dönemi oluşturur. James Brown, Beathles, Led Zeplin, The Jackson Five, Rolling Stones, Ray Charles, Stevie Wonder, The Doors dünyayı sallarken Ankara da bu müzikten etkilendi.
1970’lere gelindiğinde Ankara arabeske teslim olur. Bu yıllarda fantezi müzik yaygınlaşır. Ferdi Özbeğen, Ümit Besen orglarının başında her telden şarkılar türküler çalarlar tavernalarda.  Buna karşın 1970’lerde televizyonun Türkiye’ye gelmesi dünya kültürünün de Ankara’ya ulaşmasının da kapısı aralanmış olur. Örneğin Japon ve Çin restoranları açılır Çankaya’da. TRT televizyonunda ekrana getirilen yabancı müzik gruplarının şarkıları ise gece klüplerinde çalınmaya başlanır. Artık gece eğlencelerinde canlı orkestra müziği yerine kayıttan müzik dinleme aşamasına geçilir; bugünkü DJ müziğine giriş yapılır diyebiliriz. Türkiye eğlence tarihinde uzun süre konuşulacak olan gazino geleneği de Ankara’da çok etkili hale gelir bu yıllarda. Fahrettin Aslan Ankara’da bu dönemde üç gazino açar: Maksim, Başkent ve Göl gazinoları.
Yine de 70’lerde de Ankaralı entellektüellerin sığınacakları bir iki liman vardır. Tavukçu ve Körfez Lokantası. Esnaftan memura, öğrenciden piyango bileti satıcısına uzanan müşteri portföyüyle iç içe kurulu bir aydınlar lokalidir bu iki yer. Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncularının çok sık gittiği Tavukçu’ya  Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Ahmet Arif, Yaşar Kemal, Uğur Mumcu, Rutkay Aziz gibi değerli insanların çok sık uğradığı bilinir.  
1980’lerde Yüksel Caddesi ve Sakarya’da barlar, kafeler açılır. Buralara yetişkinlerden çok gençler gelir. Bu semtlere Tunalı, Bahçelievler  7. Cadde de eklenir. Buralar gelir durumu daha yüksek bir genç kitlenin hedefi haline gelir. Düşündürücü olan durum, yetişkinlerin ilgisini çekecek eğlence duraklarının giderek azalmasıdır. Bir zamanlar eğlence, her yaştaki Ankaralı için bir ihtiyaçken 80’lerden sonra yalnızca gençlere  has bir eyleme indirgenir. 1980 darbesiyle devlet, eğlenceye dönük politika geliştirmekten çok uzaklaşmıştır. Ankara başkent olduğundan devlet politikalarından en çok etkilenen kent olmuştur ama Ankara da tüm halet-i ruhiyesini İç Anadolu Bölgesi başta olmak üzere tüm Anadolu’ya yayar. Ankara’nın ve Ankaralının kaygılı yüzü  bu iletkenlik ve sorumluluktan ileri gelir.
1990’lardan itibaren zengin ve eğitimli ailelerin çocuklarının gittiği özel üniversitelerin Ankara’da açılmasıyla birlikte yeni açılan mekanlar daha çok üst gelir grubuna ait gençlere yönelik olmaya başlar. 1990’lar hamburgerin Ankara’da franchising sistemiyle yaygınlaştığı bir dönemdir. O zamandan beri Ankara’daki yemek merkezleri her yıl katlanarak artar. Herkes bilir ki Ankara’da aç kalmak mümkün değildir. Her cebe, her ağız tadına uygun yemekler yiyebilirsiniz Ankara’da.
Gelelim bugünlere, yani 2000’lere.
Anlatacak büyük bir hikayeniz varsa ve bu hikayeyi yalnızca arkadaşlarınıza değil, daha başka insanlara da anlatmak isterseniz adresiniz Kızılay Konur Sokak’taki  Mülkiyeliler ve çevresidir.  Ankara’nın kent merkezi şimdilerde başka semtlere kayıyor görünse de Ankaralı entelektüellerin Kızılay’dan ayrılması şimdilik olanaksız görünür. Yazarlar, ressamlar, gazeteciler hala orada çok koyu sohbetlere dalarlar. Parlak fikirler bulup başka yerlerde yazıp söylemeye devam ederler. Orhan Veli gibi, Turgut Uyar gibi, Azra Erhat gibi…
Ankara uzun yıllardır bir okul kentidir. Bu nednele kentin eğlence dünyasını özellikle üniversitelilerin ve liselilerin belirlediğini söyleyebiliriz. Eğlence için önce okuldan çıkmak gerekir ama. Saat 16.00 sularında Ayrancı, Kızılay, Tunalı, Ulus öğrenci kaynar. Otobüsler, dolmuşlar yollar gırla eğlencedir. Hoca taklitleri, maç tahminleri, yeni çıkan rock müzik grubunun cep telefonu kulaklığı marifetiyle tanıtımı, cam kenarında test çözeni dürtme ya da elinden testi alıp saniyesinde çözme,   ardından kopan kızlı erkekli kahkaha tufanı. Gürültüden başı beyni patlayan memur emeklisi Ankaralı bir hanımefendi  “Evladım, birazcık sessiz olabilir misiniz?” diye sesleniverir. Bir anlık susulur ama tümden sessizlik sağlamak imkansızdır, yeniden başlanır. Ankaralı hanımefendi de bilir sonucun böyle olacağını ama ne yapsın! Baktı olmuyor o da çıkarır cep telefonunun kulaklığını, başlar dinlemeye alaturkaları. Ankaralı emekli hanımefendiler yenilikleri sever, izler; giyimlerine özen gösterir; düzgün bir dille çevrede olup biten yanlışlarda seslerini çıkarmayı iyi bilirler. Rengarenk sesler, otobüsün camlarından Atatürk Bulvarı’nın üzerindeki gökyüzüne dağılır. Bir de bahar mevsimiyse ağaçlar çok mutludur, tepelerinde kuşlarla. Kızılay çok güzeldir, kalabalığıyla.
Kızılırmak Sineması’ndan Kocatepe’ye tırmanırken sağlı sollu uzanan, mütevazı, iyi müzikler çalan kafeler vardır. Bu kafelerde kitaplar konuşulur, filmler tartışılır. Kafelerde oturan sinemacılara, öykü yazarlarına, şairlere rastlarsınız. Ankara okumuş yazmış insanların birbirine kolayca değebildiği, sohbetle eğlenen insanlarla doludur. İtalyanca kursuna gitmek, Olgunlar’dan kitap almak,  Karanfil pasajında fotokopi çektirmek, tez bastırmak işte neyse gerekçeniz Karanfil’de sevgilinizle ya da arkadaşınızla buluşursunuz, Dost Kitabevi’nin, Mülkiyeliler’in, metronun Yüksel Caddesi çıkışının önünde. Sonra sarmaş dolaş olursunuz buluşulanla, derken ver elini sokaklar. Ankara sokak doludur tıkış tıkış.
Kızılay’da eline gitarı kapan gençlerin sahne aldığı küçük mekanlar vardır. Bu müzikli mütevazı yerler alkollü ya da alkolsüz olabilirler. Günün en popüler Türkçe pop şarkıları ile başlayan gece, Yeni Türkü ve Ezginin Günlüğü ile devam eder, Ankara’nın Bağları ile sona erer. Buralar daha çok şarkı söylemeye, gerekirse kalkıp dans etmeye müsait yerlerdir. Kurstan çıkışta eve gitmeye üşenip biraz da arkadaşlarla takılayım, yerleridir.
Eski tüfekler Sakarya’daki barlara takılırlar. Öğleden sonra başlanıp gece yarılarına kadar süren politik tartışmalar, şiirin hası toplumcu mudur ikinci yeni midir, kadınlar neden bu kadar karmaşıktır meseleleri tartışılır durulur. Her gece bir ders çıkarılır, bir şeyler öğrenilir, bu zorlu ülkenin yeni maceralarına da güç toplanır. Buralar daha çok muhabbet, tartışma mekanlarıdır. Müzik arkadan belli belirsiz akar, sözünüzü kesen arkadaşınızın sözü bitince lafa nereden başlayacağınızı bilirsiniz. Bir gecede birbirinize fikren düşman olup aynı gecede kucaklaşır kardeş olursunuz. Buralarda çok iyi bildiğimiz yazarlara, şairlere, gazetecilere rastlamak pekala mümkündür. Onları görünce yadırgamazsınız, fakat yanına oturup iki çift laf etmek isteseniz ters de karşılanmazsınız. Ankara’da herkes biraz “çok bilir” olduğundan sizin onların sözüne karışmanız dert değildir, lakin adabıyla, nezaketle yapmalısınız bu işi.
Tunalı’dan Akay’a inen Bestekar Sokak bugün çoğunlukla lise ve üniversite öğrencilerinin gittiği rock barlarla doludur. Red Hot Chili Peppers’tan Freddie Mercury’ye, Abba’dan Arcade Fire’a uzanan ve sokaklara yayılan müzik sesleri kaldırımda bile kendi eğlencenizi, muhabbetinizi yaratmanıza izin verir. “Buradan nereye gidiyoruz?” sorusunun sorulabileceği bir sokaktır ismiyle müsemma Bestekar Sokak.
Ankara maalesef aynı zamanda bir AVM kenti. Her yıl daha büyük bir AVM yapmak isteniyor. AVM eğlencesi nasıl mı yapılır? Cumartesi ya da Pazar günü erkenden kahvaltı yapılır. Bol trafikli uzun bir araba yolculuğu yapılır. Uzun süre AVM’nin otoparkında park yeri aranır. Bütün mağazalar tek tek gezililr, gerekli gereksiz dünyanın masrafı yapılır. Alışveriş poşetleri arabaya bırakılıp geri gelinir. Spotlar, aşırı para harcamanın suçluluğu baş ağrısı yapar. Gişe filmlerinden biri seçilip gidilir. Çıkışta, tatsız tuzsuz bol patatesli, hamurlu bir yemek yenir. Evin yolu tutulur. Eğlenceden çok eziyettir AVM.
AVM eğlencesinden sıkılan kadınlar giderek çoğalıyor mu, bana mı öyle geliyor bilemiyorum. Günlerden cumartesiyse bir duş alıp Tunalı’ya koşan kadınlar var hala. Pasajlarda kısacık etekler, taşlı tuşlu bluzlar, küçük şık şapkalar arıyorlar. Dönüp dolaşıp o beyaz tişörtü alıyorlar ama maksadın gezmek olduğunu bildiklerinden mutlular. Tepedeki güneşi görüyorlar, ağaçtan yere dökülen yaprağı görüyorlar.
Ankara’nın bazı semtlerinin çocukları yaşadıkları kentten korkmazlar. Mesela Cebeci. Bağrış çağrış top koşturur; susayınca büfeden su, köşedeki simitçiden simit alırlar. Fakat çocuklar ara sokaktadırlar, görmek için başınızı uzatmanız gerekebilir. Sokakların iki tarafı da dizi dizi arabalarla doludur; kendilerine kalan ip gibi yolda da olsa futbol, yakan top vs. oynayan “Ankara bebeleri” sokağın sakinlerinin kafalarını şişmeye devam ediyorlar.  Cebeci gibi, Ayrancı gibi semtlerde maç günleri erkekler kızlarla kafede maç izlemeye giderler. Derbi günleri her kafe aslında bir mini stadyuma döner. Küfür edenden ters bakış esirgenmez. Kızların yanında küfretmek olmaz Ankara’da.

Bazı erkekler ve kadınlar, hatta lise öğrencileri yalnızca Akün Sahnesi’nde, AST’ta Büyük Tiyatro’da, Küçük Sahne’de tiyatro izlemek için evden çıkıyorlar. CSO’nun konserleri hiç boş geçmiyor. Ayakta alkışlıyorlar oyuncuları, müzisyenleri... Devlet Opera ve Balesi’nin konser takvimini kol çantasında, ofisinin çekmecesinde saklayan  Ankaralı çok. İstediği oyuna gitmek için aylarca bilet arayan gençler tanıyorum. Bu insanlar, cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ankaralıların eğlence anlayışı  ruhunu taşıyorlar. Eğlenmeyi öğrenmekten ayırmıyorlar.

Not: Bu yazı, altzine.net dergisinin Kış 2015 sayısında yayımlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...