Ankara’nın adı
çıkmış; gri, sıkıcı, beyaz yakalılar kenti.... Bu söylenenlerin doğruluk payı
yok değildir. Ancak geçmişten beri eğlenceli bir kent olmak için çok uğraştığı da
gözden kaçmamalıdır. Devlet kurumlarıyla iç içe bir kent ne kadar eğlenebilirse
o kadar eğlenir bu kent.
Ankara’nın
başkent olmasıyla başlayan modernleşme öyküsü, onun eğlence anlayışını da
belirler. Ankara’nın modern eğlence tarihi çok uzakta değildir, daha dünle yani
1920’lerle başlar. Onun öncesinde Ankara’nın kendi halinde bir yerleşim yeri
olduğunu hepimiz biliriz.
Kent merkezi 1923’ten
1950 ‘ye kadar Ulus’tu. Bunun nedeni Türkiye
Cumhuriyeti’nin İlk Meclis, Sümerbank gibi devlet binalarının Ulus’ta
olmasıdır. 1950’den sonra ise kent merkezi şimdi Kızılay dediğimiz Yenişehir’e doğru kayar. Bu semte zamanla bu adın
verilmesinin nedeni ise buraya Kızılay binasının yapılmasıdır; 2011’de Kızılay
binasının yerine çok katlı bir AVM yapılmış olsa da neyse ki semtin adı aynı kalır. 1980-2000
yılları arasında Ankara’nın kalbi Çankaya-Gaziosmanpaşa’ya kayar. 2000’den
sonra ise Çayyolu eksenli yeni bir kent merkezi oluşumundan söz edilir. Kent
merkezinin sürekli yer değiştirmesi insanların
biribiriyle etkileşim biçimini değiştirdiği gibi Ankaralıların ürettiiği eğlence anlayışının da gelenekselleşmeyip
sık sık değişmesine neden olur.
Batılılaşmayı
seçen Türkiye Cumhuriyeti, Batılı eğlence anlayışını da tanımaya çalışır. Bu
süre zarfında ülkenin lideri olan Mustafa Kemal en baştaki rol modeldir. Onun
öncülüğüyle başlatılan cumhuriyet balolarında, kadın erkek dans etmeyi dener. Seçkin
ailelerin genç kızları, delikanlıları bu balolara ebeveynleriyle katılır, müzik
dinleyip dans ederlerdi.
Milletvekillerinin,
sanatçılarının, memurların gitmesi için Ankara’da açılan ilk lokanta-gece
kulübü Ulus’taki Sümerbank binası olarak bilinen yapının yerinde bulunan
Taşhan’ın iç avlusuna bakan Şehir Lokantası’dır. Sahibi Bolşevik İhtilalından
kaçıp ülkemize gelen Juri Georges Karpovitch’tir. Karpovitch daha sonra Ulus’ta
Merkez Bankası’nın yanına Karpiç Restoran’ı açar. 1950’lere kadar Baba olarak anılan Karpiç, Ankara’nın en
gözde eğlence yeri olur. Müşteriler, yer ayırtma çabasına girmeden eşleriyle
birlikte ya da yalnız başlarına akşam yemeğine buraya gelirler. Çünkü
müşterilerin hepsi birbirini tanıyor, tıka basa dolu mekanın kapısından
girenlere “Gelin, bizimle oturun” teklifinde bulunuyorlardı. Beyaz masa örtü
vepeçeteleri, orkestra müziği, güzel yemekleriyle o devirde Karpiç’in rakibi
yoktur. 1928’te Eski Meclis’in karşısına açılan Palas oteldeki bütün çalışanları
Fransız’dır. Söylenilenlere göre burada
Avrupa’nın bütün yemeklerini, ünlü şarap markalarını, Bomonti birasını, Erenköy
– Çankaya – Kavaklıdere şaraplarını, Karahisar madensuyunu bulmak mümkünmüş. Orta
düzey gelirli Ankaralılar ise özel günlerde Karaoğlan Mahallesi’nde bulunan Zevk,
Smyrna, Lezzet, Yıldız, Gümüş Kepçe lokantalarına Türk mutfağının yemeklerinden
tatmaya giderler. Ankara, pastanelerle
de bu dönemde tanışır. Atatürk Bulvarı’nın üzerinde açılan Özen, Kutlu adındaki
pastaneler, sokağa kadar taşrıdıkları masa
sandalyelerle bugünkü açık havayla temas eden kafelerin temelini atarlar.
Cumhuriyet’in
ilk yıllarında halka açık, ücretsiz pek çok eğlence ortamı yaratılmıştır. Çağdaş
Türkiye’de ulaşılmak istenen şey, yaşamayı seven, açık görüşlü, eğlenerek
dünyayı seven ülke insanları yetiştirmekti. Bu nedenle yoksul halkın çabucak
ulaşacağı eğlence ortamları tasarlanmaya özen gösterildi. Çabaların boşa
gittiği söylenemez. Pembe Köşk’ün önünde yapılan at yarışlarına halkın ilgisi her
zaman çok yoğun olmuştur. Ulus Meydanı’nın yakınındaki Millet Bahçesi’nde çalan
hafif batı müziğiyle gençler dans ederlerdi. Memurlar da iş çıkışında
Anafartalar’da yürüyüş yaparlar, eve gitmeden önce bir kahveye oturup bir
şeyler içerlerdi. Bugün dolmuşlarla, düzensiz yapılaşmasıyla kaotik bir
görünümü çizen Bentderesi’nde geçmişte
Cumhuriyet Bahçesi bulunurdu. Yine
Hamamönü'ndeki bayram yeri de eski Ankaralıların gezip dolaşmaya, çocuklarıyla
koşup oynamaya gitikleri bir yerdi. 1925 yılında ise koca bir bataklık Mustafa
Kemal’in talimatıyla yemyeşil hale getirilerek Atatürk Orman Çiftliği kurulur.
Böylelikle çorak bir kasabadan başkente dönen Ankara’ya uçsuz bucaksız bir mesire yeri
kazandırılır. Genç kızlar ve genç erkekler AOÇ’de ata binerler, yürüyüş
yaparlar, top oyanarlar. Yakın zamana kadar Ankara’da geçirebileceğiniz en sakin hafta
sonu seçeneklerinden birisi AOÇ’ye gidip bir şeyler yemek, yürüyüş yapmak ve
TİVMAŞ’tan alışveriş yapmaktı. 1930’larda Ankaralıların piknik yapmak için
seçeneği az değildir. Örneğin İncesu deresinin yakınları, Çubuk barajı...Varlıklı
Ankaralıların ise bugün apartmanlarla, işyerleriyle dolu olan Çankaya, Dikmen,
Keçiören, Ayrancı, Etlik’te bağ evleri vardı.
1930’larda
insanların rahatça gezip görmeleri için toplu taşıma seçenekleri oluşturulmaya
çalışılır. Örneğin otomobillerin rahatça ulaşım sağlaması için geniş bulvarlar
yapılmış ve yollar asfaltlanmıştır. Böylelikle Cebeci, Kızılay, Ulus, İstasyon,
Etlik arasında otobüs işletilmeye başlanmıştır. İnsanlar toprak yoldan asfalt
yola geçerek, otobüs kullanarak evlerinden ya da işlerinden çıkıp gezmeye
gitmeye başlamışlardır.
1930’lardan
1960’lara kadar meyhane kültürü Ankara’da devam eder. Meyhane deyip geçmeyin,
buralarda Türk edebiyatının iki önemli şiir dönemeci yani I. Yeni (Garip) ve
II. Yeni şiiri doğar. Cemal Süreya’nın “17 Dergi batırdım. İşte Papirüs, üç kez
batırdım.” dediği Papirüs dergisinin kuruluşu 1960’ta Ankara’da gerçekleşir;
derginin her sayısı iki yaprak halinde
çıkar. Turgut Uyar, Cemal Süreya, İlhan Berk şiire Ankara’da başlarlar;
yazdıklarını birlikte yiyip içtikleri kahvelerde, meyhanelerde paylaşırlar.
Onlardan önce 1930’larda Orhan Veli,
Ankara Erkek Lisesi’nden arkadaşları Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’la
Garip şiir geleneğini başlatır Ankara’da. Yani siz bakmayın griliğine,
durgunluğuna; Ankara insana fena halde şiir yazdıran bir kenttir. Orhan
Veli’nin en sık gittiği iki meyhane Ulus’taki Kürdün Meyhanesi ile Anafartalar yokuşundaki Üç Nal’dır. Kürtün Meyhanesi
herkesin biribiriyle samimi olduğu, veresiye defteri tutulan, hesabı ödemeyi
geciktirenlere garsonun servisi yavaşlattığı meşhur bir meyhanedir. Orhan
veli’nin dışında meyhanenin müdavimleri arasında Melih Cevdet Anday, Oktay
Rıfat, Ahmet Muhip Dıranas, Aka Gündüz, Cahit Sıtkı Tarancı, İlhan Berk,
Nurullah Ataç, Çetin Altan ve Fikret Otyam vardır. Meyhane, şiire, yazıya ilk
başlayan gençlerin de kendini gösterme yeridir. Ankara’nın entellektüelleri
buraya geldiğinden burada sivil polis eksik olmazmış. Üç Nal lokantası ise
dönemin Ankara’sında kadınların da gelip içki içebildikleri yerlerden biridir.
“Kürdün Meyhanesi”ne devam eden yazar ve sanatçıların hemen hepsi buraya da
gelir. Kadınlardan söz açıldı madem, Üç Nal’a Azra Erhat’ın, Cahide Sonku’nun
da geldiğini söyleyelim.
1930’da Ankara’da
sinema dönemi başlar. İlk sinema filmleri önce Taşhan’da izlendi sonra Yeni
Sinema açıldı. İçinde Mustafa Kemal’e ayrılmış bir loca da bulunan bu sinema,
1956 yılında yıkılır. Yeni açılan TRT radyosunda fasıllar, tangolar, konçertolar
çalmaya başlar. 1930’da bugün için şaşırtıcı olabilecek bir başka mekan Gar
Gazinosu’dur. Avrupalı sahne yıldızlarının ve revü gruplarının sahne aldığı bu gazinoya
yalnızca kravatlı ve takım elbiseli erkekler
ile şık giyimli bayanlar müşteri olarak kabul edilir.
1946’da açılan
Gençlik Parkı Ankara’ya “deniz getirme” girişimlerinin ilkini oluşturur. 1950’li
yıllara kadar hafta sonları Gençlik Parkı’nda halk, sandal ve plaj eğlenceleri yapardı.
Gençlik Parkı, aynı zamanda halkın dönemin önemli müzisyenlerini ücretsiz
dinleyebildiği bir yerdi. Aynı dönemde Dikmen’de buz pateni gösterileri
yapılır, halk bu gösterilerin de takipçisi oldu.
1949’da Ankara
Devlet Tiyatrosu, Büyük Tiyatro ve Küçük Tiyatro olmak üzere iki sahneyle
perdelerini açar. Şinasi, Akün, Altındağ sahneleri daha sonraki yıllarda adım
adım açılır. Devlet Tiyatorları Ankara’da bir gelenek oluşturmuştur. Yıllar
içinde oyunculuk, yönetmenlik, sahne tasarımı gibi pek çok meslek Ankara’da
derinleşmiş, çeşitlenmiştir. Şimdilerde sahnelerin birer birer kapatılması söz
konusu olsa da bugün Ankaralılar tiyatrolarının izleyici koltuklarını ısrarla
tıka basa doldurmaktadırlar.
1950’lerle bütün ülkeyi etkileyen köyden kente
göçler Ankara’yı da etkiler. Bu dönemde Ulus’ta pavyonlar, tavernalar açılır.
Bu yerler Cumhuriyet Ankara’sının ideallerine uymaz. Dar gelirli, modern
eğlence dünyasına yabancı, daha çok erkeklerin doldurduğu pavyon ve tavernalar,
kentin devlet destekli çağdaşlaşma eğilimli kurgulanan sosyal yaşamını olumsuz
anlamda değiştirir. Elektro bağlamayla söylenen türküler ve arabesk bu mekanlarda dinlenen esas müzikleri
oluşturur. Bu dönemde Gençlik Parkı’ndaki eğlence anlayışı da değişir, giriş
ücretli hale gelir. Bunun anlamı halkın nitelikli eğlenme ortamlarına bundan
böyle erişemeyecek olmasıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında nitelikli eğlenceyle
iç içe olan halk artık kendi haline terk edilmeye başlanır. Kalabalıklaşan
nüfusla birlikte kentte tüketim artar, daha fazla konut, işyeri planlamasıyla Kızılay,
Maltepe ve Sıhhiye popüler semtler haline gelir. Bu yeni semtlerde hızla
gerçekleştirilen yapılaşma ve bu şok yapılaşmanın içine eklemlenen restoran-eğlence
mekanları doğar.
1960’lar tüm
dünyanın Rock Müzik’ten etkilendiği bir dönemdir. Dolayısıyla bu dönemde
Ankara’da rock müziğin dinlenebileceği mekanların da arttığı görülür. Bu dönem
Ankara’daki “aile ile birlikte eğlenme” geleneğinin değişip “gençlerin tek
başına ya da arkadaşlarıyla” eğlenmeye başladığı, anne babanın eğlencesiyle
gençlerin eğlencesinin ayrıştığı bir dönemi oluşturur. James Brown, Beathles,
Led Zeplin, The Jackson Five, Rolling Stones, Ray Charles, Stevie Wonder, The
Doors dünyayı sallarken Ankara da bu müzikten etkilendi.
1970’lere gelindiğinde
Ankara arabeske teslim olur. Bu yıllarda fantezi müzik yaygınlaşır. Ferdi Özbeğen,
Ümit Besen orglarının başında her telden şarkılar türküler çalarlar tavernalarda.
Buna karşın 1970’lerde televizyonun
Türkiye’ye gelmesi dünya kültürünün de Ankara’ya ulaşmasının da kapısı
aralanmış olur. Örneğin Japon ve Çin restoranları açılır Çankaya’da. TRT
televizyonunda ekrana getirilen yabancı müzik gruplarının şarkıları ise gece
klüplerinde çalınmaya başlanır. Artık gece eğlencelerinde canlı orkestra müziği
yerine kayıttan müzik dinleme aşamasına geçilir; bugünkü DJ müziğine giriş
yapılır diyebiliriz. Türkiye eğlence tarihinde uzun süre konuşulacak olan
gazino geleneği de Ankara’da çok etkili hale gelir bu yıllarda. Fahrettin Aslan
Ankara’da bu dönemde üç gazino açar: Maksim, Başkent ve Göl gazinoları.
Yine de
70’lerde de Ankaralı entellektüellerin sığınacakları bir iki liman vardır.
Tavukçu ve Körfez Lokantası. Esnaftan memura, öğrenciden piyango bileti
satıcısına uzanan müşteri portföyüyle iç içe kurulu bir aydınlar lokalidir bu
iki yer. Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncularının çok sık gittiği Tavukçu’ya Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Ahmet Arif, Yaşar
Kemal, Uğur Mumcu, Rutkay Aziz gibi değerli insanların çok sık uğradığı
bilinir.
1980’lerde
Yüksel Caddesi ve Sakarya’da barlar, kafeler açılır. Buralara yetişkinlerden
çok gençler gelir. Bu semtlere Tunalı, Bahçelievler 7. Cadde de eklenir. Buralar gelir durumu
daha yüksek bir genç kitlenin hedefi haline gelir. Düşündürücü olan durum,
yetişkinlerin ilgisini çekecek eğlence duraklarının giderek azalmasıdır. Bir
zamanlar eğlence, her yaştaki Ankaralı için bir ihtiyaçken 80’lerden sonra
yalnızca gençlere has bir eyleme
indirgenir. 1980 darbesiyle devlet, eğlenceye dönük politika geliştirmekten çok
uzaklaşmıştır. Ankara başkent olduğundan devlet politikalarından en çok
etkilenen kent olmuştur ama Ankara da tüm halet-i ruhiyesini İç Anadolu Bölgesi
başta olmak üzere tüm Anadolu’ya yayar. Ankara’nın ve Ankaralının kaygılı yüzü
bu iletkenlik ve sorumluluktan ileri gelir.
1990’lardan
itibaren zengin ve eğitimli ailelerin çocuklarının gittiği özel üniversitelerin
Ankara’da açılmasıyla birlikte yeni açılan mekanlar daha çok üst gelir grubuna
ait gençlere yönelik olmaya başlar. 1990’lar hamburgerin Ankara’da franchising sistemiyle yaygınlaştığı bir dönemdir. O zamandan beri
Ankara’daki yemek merkezleri her yıl katlanarak artar. Herkes bilir ki Ankara’da
aç kalmak mümkün değildir. Her cebe, her ağız tadına uygun yemekler
yiyebilirsiniz Ankara’da.
Gelelim bugünlere, yani 2000’lere.
Anlatacak büyük bir hikayeniz varsa ve bu hikayeyi yalnızca
arkadaşlarınıza değil, daha başka insanlara da anlatmak isterseniz adresiniz Kızılay
Konur Sokak’taki Mülkiyeliler ve
çevresidir. Ankara’nın kent merkezi
şimdilerde başka semtlere kayıyor görünse de Ankaralı entelektüellerin
Kızılay’dan ayrılması şimdilik olanaksız görünür. Yazarlar, ressamlar,
gazeteciler hala orada çok koyu sohbetlere dalarlar. Parlak fikirler bulup
başka yerlerde yazıp söylemeye devam ederler. Orhan Veli gibi, Turgut Uyar
gibi, Azra Erhat gibi…
Ankara uzun
yıllardır bir okul kentidir. Bu nednele kentin eğlence dünyasını özellikle
üniversitelilerin ve liselilerin belirlediğini söyleyebiliriz. Eğlence için
önce okuldan çıkmak gerekir ama. Saat 16.00 sularında Ayrancı, Kızılay, Tunalı,
Ulus öğrenci kaynar. Otobüsler, dolmuşlar yollar gırla eğlencedir. Hoca
taklitleri, maç tahminleri, yeni çıkan rock müzik grubunun cep telefonu
kulaklığı marifetiyle tanıtımı, cam kenarında test çözeni dürtme ya da elinden
testi alıp saniyesinde çözme, ardından
kopan kızlı erkekli kahkaha tufanı. Gürültüden başı beyni patlayan memur
emeklisi Ankaralı bir hanımefendi “Evladım, birazcık sessiz olabilir misiniz?”
diye sesleniverir. Bir anlık susulur ama tümden sessizlik sağlamak imkansızdır,
yeniden başlanır. Ankaralı hanımefendi de bilir sonucun böyle olacağını ama ne
yapsın! Baktı olmuyor o da çıkarır cep telefonunun kulaklığını, başlar
dinlemeye alaturkaları. Ankaralı emekli hanımefendiler yenilikleri sever,
izler; giyimlerine özen gösterir; düzgün bir dille çevrede olup biten
yanlışlarda seslerini çıkarmayı iyi bilirler. Rengarenk sesler, otobüsün
camlarından Atatürk Bulvarı’nın üzerindeki gökyüzüne dağılır. Bir de bahar
mevsimiyse ağaçlar çok mutludur, tepelerinde kuşlarla. Kızılay çok güzeldir,
kalabalığıyla.
Kızılırmak
Sineması’ndan Kocatepe’ye tırmanırken sağlı sollu uzanan, mütevazı, iyi
müzikler çalan kafeler vardır. Bu kafelerde kitaplar konuşulur, filmler
tartışılır. Kafelerde oturan sinemacılara, öykü yazarlarına, şairlere
rastlarsınız. Ankara okumuş yazmış insanların birbirine kolayca değebildiği,
sohbetle eğlenen insanlarla doludur. İtalyanca kursuna gitmek, Olgunlar’dan kitap
almak, Karanfil pasajında fotokopi
çektirmek, tez bastırmak işte neyse gerekçeniz Karanfil’de sevgilinizle ya da
arkadaşınızla buluşursunuz, Dost Kitabevi’nin, Mülkiyeliler’in, metronun Yüksel
Caddesi çıkışının önünde. Sonra sarmaş dolaş olursunuz buluşulanla, derken ver
elini sokaklar. Ankara sokak doludur tıkış tıkış.
Kızılay’da
eline gitarı kapan gençlerin sahne aldığı küçük mekanlar vardır. Bu müzikli
mütevazı yerler alkollü ya da alkolsüz olabilirler. Günün en popüler Türkçe pop
şarkıları ile başlayan gece, Yeni Türkü ve Ezginin Günlüğü ile devam eder,
Ankara’nın Bağları ile sona erer. Buralar daha çok şarkı söylemeye, gerekirse
kalkıp dans etmeye müsait yerlerdir. Kurstan çıkışta eve gitmeye üşenip biraz
da arkadaşlarla takılayım, yerleridir.
Eski tüfekler
Sakarya’daki barlara takılırlar. Öğleden sonra başlanıp gece yarılarına kadar
süren politik tartışmalar, şiirin hası toplumcu mudur ikinci yeni midir,
kadınlar neden bu kadar karmaşıktır meseleleri tartışılır durulur. Her gece bir
ders çıkarılır, bir şeyler öğrenilir, bu zorlu ülkenin yeni maceralarına da güç
toplanır. Buralar daha çok muhabbet, tartışma mekanlarıdır. Müzik arkadan belli
belirsiz akar, sözünüzü kesen arkadaşınızın sözü bitince lafa nereden
başlayacağınızı bilirsiniz. Bir gecede birbirinize fikren düşman olup aynı
gecede kucaklaşır kardeş olursunuz. Buralarda çok iyi bildiğimiz yazarlara,
şairlere, gazetecilere rastlamak pekala mümkündür. Onları görünce
yadırgamazsınız, fakat yanına oturup iki çift laf etmek isteseniz ters de
karşılanmazsınız. Ankara’da herkes biraz “çok bilir” olduğundan sizin onların
sözüne karışmanız dert değildir, lakin adabıyla, nezaketle yapmalısınız bu işi.
Tunalı’dan
Akay’a inen Bestekar Sokak bugün çoğunlukla lise ve üniversite öğrencilerinin
gittiği rock barlarla doludur. Red Hot Chili Peppers’tan Freddie Mercury’ye,
Abba’dan Arcade Fire’a uzanan ve sokaklara yayılan müzik sesleri kaldırımda
bile kendi eğlencenizi, muhabbetinizi yaratmanıza izin verir. “Buradan nereye
gidiyoruz?” sorusunun sorulabileceği bir sokaktır ismiyle müsemma Bestekar
Sokak.
Ankara maalesef
aynı zamanda bir AVM kenti. Her yıl daha büyük bir AVM yapmak isteniyor. AVM
eğlencesi nasıl mı yapılır? Cumartesi ya da Pazar günü erkenden kahvaltı
yapılır. Bol trafikli uzun bir araba yolculuğu yapılır. Uzun süre AVM’nin
otoparkında park yeri aranır. Bütün mağazalar tek tek gezililr, gerekli
gereksiz dünyanın masrafı yapılır. Alışveriş poşetleri arabaya bırakılıp geri
gelinir. Spotlar, aşırı para harcamanın suçluluğu baş ağrısı yapar. Gişe
filmlerinden biri seçilip gidilir. Çıkışta, tatsız tuzsuz bol patatesli,
hamurlu bir yemek yenir. Evin yolu tutulur. Eğlenceden çok eziyettir AVM.
AVM
eğlencesinden sıkılan kadınlar giderek çoğalıyor mu, bana mı öyle geliyor
bilemiyorum. Günlerden cumartesiyse bir duş alıp Tunalı’ya koşan kadınlar var
hala. Pasajlarda kısacık etekler, taşlı tuşlu bluzlar, küçük şık şapkalar
arıyorlar. Dönüp dolaşıp o beyaz tişörtü alıyorlar ama maksadın gezmek olduğunu
bildiklerinden mutlular. Tepedeki güneşi görüyorlar, ağaçtan yere dökülen
yaprağı görüyorlar.
Ankara’nın bazı
semtlerinin çocukları yaşadıkları kentten korkmazlar. Mesela Cebeci. Bağrış
çağrış top koşturur; susayınca büfeden su, köşedeki simitçiden simit alırlar.
Fakat çocuklar ara sokaktadırlar, görmek için başınızı uzatmanız gerekebilir.
Sokakların iki tarafı da dizi dizi arabalarla doludur; kendilerine kalan ip
gibi yolda da olsa futbol, yakan top vs. oynayan “Ankara bebeleri” sokağın
sakinlerinin kafalarını şişmeye devam ediyorlar. Cebeci gibi, Ayrancı gibi semtlerde maç
günleri erkekler kızlarla kafede maç izlemeye giderler. Derbi günleri her kafe
aslında bir mini stadyuma döner. Küfür edenden ters bakış esirgenmez. Kızların
yanında küfretmek olmaz Ankara’da.
Bazı erkekler
ve kadınlar, hatta lise öğrencileri yalnızca Akün Sahnesi’nde, AST’ta Büyük
Tiyatro’da, Küçük Sahne’de tiyatro izlemek için evden çıkıyorlar. CSO’nun
konserleri hiç boş geçmiyor. Ayakta alkışlıyorlar oyuncuları, müzisyenleri...
Devlet Opera ve Balesi’nin konser takvimini kol çantasında, ofisinin
çekmecesinde saklayan Ankaralı çok.
İstediği oyuna gitmek için aylarca bilet arayan gençler tanıyorum. Bu insanlar,
cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ankaralıların eğlence anlayışı ruhunu taşıyorlar. Eğlenmeyi öğrenmekten
ayırmıyorlar.
Not: Bu yazı, altzine.net dergisinin Kış 2015 sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.