24 Mayıs 2017 Çarşamba

YAZABİLMEK İÇİN GEREKLİ DÜZEN


Yazının kendine göre bir düzeni vardır ve onu yazan kişiye çok benzer. Sabahları erken kalkan birilerinin yazdıklarında umut ve neşeyi bulmak kaçınılmaz gibi gelir bana. Gece geç saatlerde yazdıklarımız ise çoklukla karanlık, içimizde nadiren gördüğümüz keşiflerimiz, bulgularımız olabilir. Ya da ben öyle sanıyorum.

Kafka’nın geceleri yazdığını biliyorum. Gündüzleri, geceleri yazdıklarını düzeltmeyle geçermiş. Sait Faik ise bir gündüz yazarıdır. Balıkçıların sabah kalkışlarını anlattığına göre, onlarla birlikte uyanıyordur, diye düşünüyorum. 
Yazmak isteyip de yazamayanlar vardır bir de. Onların zamanla bir alıp veremedikleri var. Hatta yaşamla bir alıp veremedikleri… Her şey bende oldun istiyor, her şeyi bir çırpıda yazıvereyim istiyor. Baktığı ilk şey yazım kuralları, içerik kolay gelir sanıyor.
İçerik için sakin bir kafa, sürekli okuyan bir bellek lazım. Hem de canı ne isterse okuyan bir bellek değil. Bize şöyle gelir: Kafka da Sait Faik de herhalde sadece canları istediğinde kitap okumuştur. Öyle değil o iş! Bu kişiler zamanlarının en entelektüel kişileriydi. Tarihten, coğrafyadan, siyasetten anlarlardı. Sürekli ve yazmak için okurlardı. Çünkü onların ne düşündüğünü merak eden okurları ya da sevdikleri vardı. Onlarla oturup konuştuğunuzda daha yazılacak ne çok bilgisi olduğunu anlardınız; demek ki insan her bildiğini de yazamıyor, her okuduğunu da, diye düşünmenize yol açacak engin bilgi dağarcıkları olduğunu kavrardınız. Yazı için okumak, yaşamak, bilmek gerekiyor ama bunların hepsini yazınızda kullanacaksınız diye bir şey yok.
Yazı kıskanç bir eylemdir. Sizi arkadaşlarınızdan, sevgilinizden, eşinizden, ailenizden hatta okuduğunuz kitaplardan bile kıskanır. İster ki en çok onu sevin. İster ki onun için yaşayın. Müzik gibi; nasıl bir müzisyen en çok enstrümanı sever, sen de onu sev ister yazı. Ama şöyle düşünmeyin, yazan kişiler kötü arkadaş, sadakatsiz bir eş, tembel bir memur değildir. Diğer insanlar nasılsa onlar da öyle becerirler iyi insan olmayı, endişeli, sakar, gayretli ya da meraklı olmayı. Öte yandan diğer insanlardan farklıdırlar da. Çünkü onların içinde bir gizli bildikleri vardır. Diyemedikleri ancak yazabildikleri... Başka insanların anlayamayacaklarını düşündüklerinden emin oldukları incelikleri vardır.
Yazmak için düzenli bir yaşam gerekir. Ama olağanüstü bir yaşam gerekmez. Dostoyevski düşük ücretle çalışan bir memurdu; Tolstoy asil bir zengin. Balzac saygın bir burjuva, Faulkner neredeyse bir çiftçi. Yazan kişinin diğer insanlar gibi bir yaşamı vardır; ama asla bozmadıkları bir yazma düzeni. Nasıl mı?
Her gün en az birkaç satır yazarlar. Şimdi benim yaptığım gibi. İyi mi olur kötü mü olur diye düşünmeden. Bir yerde yayımlanır ya da yayımlanmaz diye düşünmeden. Gerçi öyle ya da böyle iyi bir yazıcıysanız, yazdığınız her şey bir gün yayımlanacaktır. Sözgelimi Orhan Kemal’in hala yayımlanmayı bekleyen öyküleri var, oğlundan biliyorum.
Herkes yazmak ister. Sevdiğine içini açmak için, çocuklarına miras bırakmak için, gerçekten derin şeyler düşündüğünü kendine kanıtlamak için. Ama yazamaz herkes. İstediğinde bir çırpıda, tencerede mercimek çorbası yapmak gibi bir şey olmadığından yazamaz. Düğme dikmek, ayakkabı boyamak, toz almak gibi bir şey olmadığından yazamaz. Yazı, süreklilik isteyen, düzen isteyen bir iştir. Üstelik tutkulu ve ısrarcı olmayı gerektirir. Eğer yeterli tutkunuz, düzenli bir yazma yaşamınız yoksa sizden yazar olmaz.

Okumak, düzenli olmak sizi yazar yapar mı peki? Hayır. İncelikli biri olmanız da gerekir. Kabalık, yüzeysellik yazınızın da kuru olmasına yol açar. Harcıalem şeyler yazmaktan ileri gidemezsiniz. Herkesin bildiklerini yineler durursunuz. Tıpkı konuştuklarınız gibi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

KİRALIK KONAK: EDEBİYATIMIZIN ÖZGÜR KADIN DÜŞMANLIĞI

Bizim edebiyatımızda kadının görünme biçimi başlı başına bir sorundur. Halk şiirinde ve divan şiirinde ideal kadın edilgin ve suskundur. Ta...